• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aidat Borcu Sorgulama
Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam47
Toplam Ziyaret308930
Ziyaretçi Defteri
-- REKLAM --
Site Haritası

Karabalçık Tarihi

KARABALÇIK YÖRESİ

HALK KÜLTÜRÜ







Yadigâr İREM






SİVAS, 2013
































Canlarım,

              Annem’e, Anneanneme ve Dedem’e…




















ÖNSÖZ



Halk kültürü araştırmaları geçmişte yaşayan insanların adetlerini, gelenek ve göreneklerini kısaca kültürel değerlerini günümüze taşıyan ve yeni yetişen nesle bu kültürel değerleri aktaran çalışmalardır. Bu görevinden dolayı halk kültürü araştırmaları önemli bir görevi üstlenmiştir. Bu çalışmalar sonucunda elde edilen bilgiler sayesinde yeni yetişen nesil, geçmişte atalarının nasıl yaşadığı hakkında bilgi sahibi olmakta ve kültürel değerlerini yaşatabilmektedir.

Kültür geçmişten günümüze aktarılan ortak yaşayış ve düşünüş biçimleri olarak ifade edilebilir. Bu özelliği ile bir arada yaşayan insanların ortak yaşayışına ilişkin değerlerden oluşur. Bu değerler arasında o yöreye özgü giyinme özellikleri, düğün adetleri, asker uğurlama adetleri, cenaze törenleri, yöreye has yapılan yemekler, yörede yaşayan kadınlar tarafından yapılan dokumalar vb. birçok öğe sayılabilir.

Yapılan bu araştırmada Karabalçık köyünün kültürel değerleri incelenmeye çalışılmıştır. Elinizde bulunan bu çalışma bu alanda yapılan ve yazılı hale getirilen ilk çalışma olması nedeniyle de ayrı bir öneme sahiptir.

Karabalçık köyü halk kültürünün incelendiği bu araştırma on dokuz bölümden oluşmaktadır.

Birinci bölümde, Karabalçık köyünün tarihsel geçmişi anlatılmaya çalışılmıştır. Bu konu hakkında bilgi sahibi insanlarla görüşülmüş ve anlatılanlara göre konu işlenmiştir.

İkinci bölümde, Karabalçık köyünde bulunan/ bulunduğu söylenilen tarihi eserler üzerinde durulmuştur.

Üçüncü bölümde, bölgedeki Yatırlar (Evliyalar) konusu incelenmiştir.

Dördüncü bölümde, yörede yapılmış olan halk mimarileri konusu işlenmiştir. Halk mimarisi olarak değirmenler, evler, fırınlar hakkında bilgi verilmeye çalışılmıştır.

Beşinci bölümde, Karabalçık köyünde yapılan dokumalara yer verilmiştir. Bu dokumalardan çul, cecim, dastar, kolan, kilim ve çorap dokuma konularına tek tek değinilmiştir.

Altıncı bölümde, yörede bilinen sayılı günler anlatılmıştır. Karabalçık köyünde hatırlanan sayılı günler ayrıntılı olarak işlenmeye çalışılmıştır.

Yedinci bölümde, yöredeki yer isimlerine ve bu yerlerin isimlendirilme sebeplerine yer verilmiştir.

Sekizinci bölümde, yörede uygulanan gelenekler anlatılmaya çalışılmıştır. Bu konu başlığı altında “kız isteme ve düğün adetleri, doğum adetleri, ölüm adetleri, halk hekimliği, nazar adetleri ve yöresel giyim” konularına değinilmiştir.

Dokuzuncu bölümde, Karabalçık köyünde tarımsal faaliyetlerde kullanılan tarım alet ve araçları üzerinde durulmuştur.

Onuncu bölümde, yörede yapılan yemekler anlatılmıştır. Halk Mutfağı başlığı altında Karabalçık köyüne özgü bazı yemeklerin nasıl yapıldığına yer verilmiştir.

On birinci bölümde, yörede sona ermek üzere olan meslekler anlatılmıştır.

On ikinci bölümde, yöre halkının geçimini nasıl sağladığına ve yörede tarımsal faaliyetlerin nasıl gerçekleştirildiğine değinilmiştir.

On üçüncü bölümde, yöre halkının kış hazırlıkları anlatılmıştır.

On dördüncü bölümde, köy seyirlik oyunlarına değinilmiştir.

On beşinci bölümde, yörenin iskânı ile ilgili bilgilere yer verilmiştir.

On altıncı bölümde, yörede anlatılan efsaneler üzerinde durulmuştur.

On yedinci bölümde, yöredeki çocukların günümüzde köyde oynadığı oyunlar anlatılmaya çalışılmıştır.

On sekizinci bölümde, yaptığım araştırma sonunda ulaşılan sonuca ve Karabalçık yöresi halk kültürünün geliştirilmesi, yeni nesle aktarılması ile ilgili önerilere yer verilmiştir.

On dokuzuncu bölümde yörede kullanılan kelimelere ve bu kelimelerin Türkçe’ de bulunan karşılıklarına değinilmiştir.



SİVAS, 2013        Yadigâr İREM

TEŞEKKÜR


Beni bugüne kadar yetiştiren ve yetişmemde maddi ve manevi emeklerini benden esirgemeyen aileme sonsuz minnetlerimi sunarım.

Bu çalışmamın meydana gelmesinde maddi ve manevi desteklerini hiçbir zaman benden esirgemeyen değerli dostlarım Özler İŞLEN’ e, Sebahattin PALAZ’ a,  Ümit BİÇER’ e, Sivas Karabalçık Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Cemal KUTBAY’ a ve can dostum Gökhan DOĞAN’ a teşekkür ederim.

Eğitim hayatım boyunca, beni yetiştiren, bilgilendiren öğretmenlerimin hepsine teşekkürü bir borç bilirim.

                                                                                            Yadigâr İREM



İÇİNDEKİLER




ÖNSÖZ 5

TEŞEKKÜR 9

İÇİNDEKİLER 10

GİRİŞ 15

BÖLÜM 1

KARABALÇIK KÖYÜ TARİHİ 18

BÖLÜM 2

TARİHİ ESERLER 21

BÖLÜM 3

BÖLGEDEKİ YATIRLAR 24

Ebil 25

Kara Veysel 26

Şıh Necip 27

Hüseyin Abdal 30

Koç Baba 40

Sarı Baba 40

BÖLÜM 4

HALK MİMARİSİ 42

Değirmenler 42

Fırınlar 45

Evler 45

BÖLÜM 5

DOKUMALAR 60

Çul - Cecim Dokuma 61

Dastar 62

Kolan Dokuma 62

Çoraplar 63

Kendir Dokumaları 65

Şalvar 65

Kilim Dokuma 66

BÖLÜM 6

SAYILI GÜNLER 68

Gücük Yedisi 69

Hıdrellez 70

Gün Dönümü 72

Abrul Beşi 73

Mart Dokuzu 74

Mayıs Yedisi 75

Ürker Doğumu 76

Koç Katımı 76

Geyik Öğürdümü 77

BÖLÜM 7

YER İSİMLERİ VE İSİMLENDİRME SEBEPLERİ 78

BÖLÜM 8

GELENEKLER 87

Kız İsteme ve Düğün Adetleri 88

Doğum Adetleri 96

Ölüm Adetleri 97

Halk Hekimliği 100

Giyim 100

Nazar Adetleri 104

BÖLÜM 9

TARIM ALET VE ARAÇLARI 106

BÖLÜM 10

HALK MUTFAĞI 112

Çorbalar 112

Çıtlak Hellesi 113

Pancar Hellesi 113

Mercimek Hellesi 114

Üzümlü Çorba 114

Yemlik Süzmesi (Haşlaması) 115

Pohut Karması 115

Kuş–Kuş 116

Sebze Yemekleri 116

Balık Yemekleri 116

Turşular 117

Tatlılar 117

BÖLÜM 11

SONA ERMEK ÜZERE OLAN MESLEKLER 119

BÖLÜM 12

KÖY İŞLERİ VE GEÇİM 124

BÖLÜM 13

Kış Hazırlıkları 127

Sebze Kurutması 127

Hamur Kesilmesi 128

Madımak Kurutması 128

Kuşburnu Reçeli 128

Un - Bulgur 130

Peynir 131

Çökelek 132

Pesküdan 133

BÖLÜM 14

KÖY SEYİRLİK OYUNLARI 134

BÖLÜM 15

İSKÂNLA İLGİLİ BİLGİLER 139

BÖLÜM 16

YÖREDE ANLATILAN EFSANELER 162

Çoban ve Kavalı 163

Gelin Kayası 165

Gelin Kayası 1 165

Gelin Kayası 2 166

Gelin Kayası 3 166

BÖLÜM 17

ÇOCUK OYUNLARI 167

BÖLÜM 18

Sonuç ve Öneriler 174

Sonuç 174

Öneriler 176

BÖLÜM 19

YÖREYE ÖZGÜ KELİMELER 178

KARABALÇIK KÖYÜNDE DERLEME YAPILANLAR İSİM LİSTESİ 227

KAYNAKÇA 228







GİRİŞ


Kültür bir toplumdaki insanların yaşam tarzıdır. Toplumun gelenekleri, dili, sanatı, müziği, edebiyatı vb. birçok öge o ulusun kültürünü oluşturur. Kültür bir ulusun kendine has olan özelliklerinin tamamıdır.

Kültür, değişim içindedir. İlerleyen zamana bağlı olarak kültür de değişikliğe uğrar. Kültürel değişmelerde önemli olan kendi kültürünü unutmadan onu geliştirmektir. Bu durumda bizlere düşen görev kültürümüze ve kültürel değerlerimize sahip çıkmaktır. Eğer kültürümüze sahip çıkmazsak yavaş yavaş geçmişimize yabancılaşırız. Geçmişine yabancılaşan bir toplum da değerlerini unutarak farklılaşmaya başlar. Bunun sonucunda da farklı kültürlerin etkisinde kalır. Farklı kültürlerin etkisinde kalmak, kişiyi kendi kültürel değerlerini unutturur ve içinde yaşadığı toplumdan uzaklaştırabilir. Örnek olarak yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın yaşadığı durum ele alınabilir. Yurt dışında yaşan yakınlarımız uzun süre kendi kültürel değerlerini yaşayamadığı veya yaşama imkânı bulamadığı için, memleket ziyaretlerine geldiklerinde bazı kültürel faaliyetlerin nasıl gerçekleştirileceğini unutmuş bulunmaktadırlar. Herhangi bir toplumsal etkinliği yapmak istediklerinde (düğün, nişan, cenaze töreni vb. gibi) yörede yaşayan kişilerden nasıl bir yol izlemeleri gerektiğine dair yardım istemektedirler. Buradan da çıkaracağımız sonuç kültürel değerlerimizi unutmamak için yeni yetişen nesle aktarmayı bir görev saymak olmalıdır.    

Halk kültürü, kültür varlığının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bilindiği gibi kültür geçmişten günümüze kadar ulaşan değerler bütünüdür. Bu kültürel değerler kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Aynı şekilde de gelecek kuşaklara sahip olduğumuz bu kültürel değerler aktarılacaktır. Bu sayede kültürel değerlerimiz korunmuş olacaktır.

Halk kültürü, bir milleti oluşturan öğelerden biri olan insanın yaşayışını, inancını, düşünüşünü, eserlerini, örf ve adetlerini, gelenek ve göreneklerini ve bunlar gibi birçok alanı içine alan değerler topluluğudur. Bu değerler, bir milletin bireylerini bir araya getirmektedir. Yine bu kültürel değerler bir milleti ayakta tutan en önemli yapıdır; çünkü kültür ve onun ürünleri bir toplumun ortak hazinesidir. Toplumlar sahip oldukları kültür ile varlığını sürdürürler. Halk kültürü, kültürel birlik oluşturan, ortak ve kültürel özellikleri bulunan toplulukların ürünleridir. Aynı zamanda halk kültürü uluslar arasındaki farklılığın en temel sebebidir ve milleti meydana getiren insanların yaşayış biçimi ve düşünüşüdür. Bu nedenle halk kültürü araştırmalarına gereken önem verilmelidir.

Bu çalışmadaki amacım Karabalçık köyü halk kültürünü incelemek ve yörenin kültürel değerleri ile ilgili bilgileri bir araya toplamaktır. Bu çalışma bir ilk olarak bundan sonra bu alanda yapılacak diğer çalışmalara da bir nebze olsun yol gösterecektir.

Bu çalışma ile yeni yetişen genç kuşağa Karabalçık köyünün kültürel değerleri hakkında bir şeyler kazandırmayı ümit ediyorum.







BÖLÜM 1


KARABALÇIK KÖYÜ TARİHİ


Karabalçık köyünün geçmişi hakkında belgelere dayalı kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Anlatılanlara göre Karabalçık köyünün geçmişi Orta Asya’ya kadar dayanır. Malazgirt Savaşı ile Anadolu’nun kapısı Türklere açılınca köy halkı bu diyarlara gelmiş ve ilk olarak Yukarı köy denilen mevkiye yerleşmişlerdir. Köy halkının bu bölgeye ne zaman geldiği kesin olarak bilinmemektedir. Köy halkının, Yukarı köyde bir asır kadar kaldığı ve daha sonra buradan düz bir araziye göç ettikleri anlatılmaktadır. Köyün yerleştiği topraklarda eskiden Ermenilerin yaşadığı da anlatılmaktadır.

Köy halkının, Orta Asya’dan şimdiki bulundukları yere göç etmelerindeki sebepler arasında soğuk ve susuzluk gibi olumsuz şartlar bulunmaktadır.

Köy halkı Anadolu’ya göçtüklerinde Rumlarla karşılaşmışlar ve onlarla savaşmışlardır. Onları yenerek buradan kovmuşlar ve bu bölgeye yerleşmişlerdir.

Karabalçık köyü eski yerleşim yeri olan Yukarı köyden şimdiki yerleşim yerine göçeli yüz otuz yıl kadar olmuştur. Köy halkı 1878’li yıllarda (Osmanlı–Rus Harbi sırasında) Yukarı köyden şu anki yerleşim yerine inmişlerdir. Bu göçün sebebi tam olarak bilinmemekle beraber doğa şartları yüzünden olduğu tahmin edilmektedir. Doğa şartlarına bağlı olarak Yukarı köyün yerinin yüksekte ve soğuk olması köy halkını göçe yönlendirmiştir. Köy halkı ikiye ayrılarak “Mazan” ve “Karabalçık” köylerini oluşturmuşlardır. Yani “Mazan” ve “Karabalçık” aynı köyden çıkmadır.

Yukarı köyden şu anki yerleşim yerine ilk inenler Halil Kişi ve Kara Salih denilen şahıslardır. Karabalçık köyünde çeşitli soylar bulunmaktadır. Bunlar; Alacalar, Alular, Bekirler, Cindarlar, Davutlar, Gidikler, Hıdırlar, Karaahmetler, Keşler, Koyunlar, Musalar, Pürüller, Sarallar, Üsüler ve Yarımlardır.

Köyümüzün geçmişi hakkında anlatılan diğer bir bilgide, köyümüzün İran üzerinden göç ederek bu diyarlara geldiğidir. Bu bilgiye göre, İran Şahı İsmail Şah ile Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim arasında çıkan savaştan sonra (1514 Çaldıran Savaşı) halk bu diyarlara göç etmiş, savaştan zarar görmemek için ilk yerleşim yeri olan Yukarı Köy denen bölgeye gelmişlerdir. Anlatılanlara göre bugün Sivas il merkezinde Çayboyu Mahallesi olarak adı geçen bölgeye yerleşilmesi düşünülmüş; ancak can güvenliği gibi nedenlerden dolayı bu düşünceden vazgeçilmiş ve Yukarı Köy adı verilen bölgeye göç edilmiştir.  












BÖLÜM 2


TARİHİ ESERLER


Karabalçık köyünde geçmiş dönemin özelliklerini yansıtabilecek özellikte herhangi somut bir şekilde görebileceğimiz tarihi eser bulunmamaktadır. Buna rağmen Ermenilerden veya Rumlardan kaldığı sanılan ev ve değirmen kalıntıların bulunduğu anlatılmaktadır.

Köyde, “Kale” adı verilen bölgede Ermenilerden kaldığı söylenen bir kilise ve/veya kalenin varlığından söz edilmektedir. “Bu kalenin veya kilisenin içinde gümüş boyunduruk var.” diye de bir söylenti köyde anlatılmaktadır. Buna rağmen “Kale” denilen yerde kilise vb. ibadethane olmadığı gibi herhangi bir kale kalıntısı da bulunmamaktadır. Adı geçen yer bir tepelikten ibarettir.

Köyün, Aşağı Öz denilen bölgesinde Ermenilerden kaldığı söylenen bir mezarlık bulunduğu anlatılmaktadır. Köy halkı buraya “Ermeni Mezarlığı” ya da “Gavur Mezarlığı” ismini vermişlerdir; ancak bu mezarlığın bugün tarla yapıldığı söylenmektedir.

Köyün, Ören denilen bölgesinde de Ermenilerden kaldığı söylenilen peğlerin bulunduğu belirtilmektedir.  Eski ev ve değirmen kalıntılarına “peğ” denilmektedir.

Köyün, Alperek denilen bölgesinde de Rumlardan kaldığı belirtilen mezarların, ev kalıntılarının bulunduğu anlatılmaktadır.

Resim 1: Kale Olarak Adlandırılan Yer


BÖLÜM 3


BÖLGEDEKİ YATIRLAR


Karabalçık köyünde, bilinen ve Allah rızası için onlara adak adanarak kurban kesilen birkaç evliyadan söz edilmektedir. Sözü geçen evliyalar hakkında anlatılan fazla bir bilgi bulunmamaktadır.

Evliyalar sözleri, davranışları ile insanlara örnek olan ve insanlara doğruyu, iyiyi, güzeli ve sevgiyi öğreten, kendilerine insanlara Allah sevgisini kazandırmayı amaç edinmiş kimselerdir. Evliyalar insanlara Allah’ a kulluk görevlerini yerine getirmeleri konusunda yol gösterirler. Bir rehberdirler. Evliyalar, nefissiz insanlardır. Onlar için bir lokma da birdir, bin lokma da birdir. Onlarda kıskançlık, haset ve bunlara benzer kötü bir duygu yoktur. Köy halkı evliyaları Allah’ a yakın kimseler olarak görmüşlerdir ve onlar adına Allah’ a adaklar adamışlar, kurbanlar kesmişlerdir. Köydeki evliyalara adanan kurbanların adanma nedenleri;

  • Kendisinin veya bir yakının bir işe başlamasından dolayı

  • Ailenin ekonomik yönden rahata kavuşmasından dolayı (yeni bir ev veya araba alması durumunda)

  • Kişinin sağlık sorunlarından kurtulmasından dolayı

  • Çocuğu olmayanların çocuğu olduğunda

  • Askere gidecek gençlerin sağ salim gidip gelmeleri için,

  • Asker dönüşü gelen gençlerimizin sağ salim evlerine dönmelerinden dolayı

Köyde bilinen evliyalar şunlardır:

Ebil: Ebil’ in, Karabalçık köyüne Tekke köyünden geldiği anlatılmaktadır. Tekke köyü, ermiş bir kişi olan Hubyar Sultan’ ın köyüdür.

Ebil’ e, Er Ebil de denilmektedir. Çünkü Er Ebil’ in Yavuz Sultan Selim zamanında yaşamış ve şehit düşmüş bir asker olduğu sanılmaktadır. Buradan köyün geçmişinin ne kadar eski olduğu da tahmin edilebilir. Bu bilgide köyün geçmişi konusunda ikinci tezi desteklemektedir.  

Er Ebil’ in, Karabalçık köyünde vefat ettiği ve köyde bir tepeye defnedildiği belirtilmektedir. Er Ebil’ in mezarının bulunduğu bu tepede başka bir mezar daha bulunmaktadır. Bu mezarın 1955’te konulduğu söylenmektedir. Er Ebil’ e, Allah için adaklar adanır, kurbanlar kesilir.

Kara Veysel: Kara Veysel denilen kişi köyün üst kesiminde, Almabeli denilen yeri kendisine mesken tutmuş bir kişidir. Bu bölgede bir çeşme yapmıştır. Bu çeşmede uyuz olan hayvanlar yıkanırmış ve hayvanlardaki uyuz hastalığı ortadan kalkarmış. Daha sonra çeşmenin üst kısmına bir havuz yapılmış.

Anlatılanlara göre Kara Veysel Almabeli’ nde çadır kurmuş, davar gütmüş. Allah’a ibadet etmiş. Daha sonra buradan başka diyarlara gitmiş. Kara Veysel’ in nereye gittiği hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Allah’ a yakın olduğu için Kara Veysel’ e adaklar adanır, kurbanlar kesilir.



Resim 2: Kara Veysel Pınarı

Şıh Necip: Şıh Necip’ in Horasan pirlerinden olduğu ve başka diyarlardan Karabalçık köyüne geldiği anlatılmaktadır. Karabalçık köyünde gezmiş ve bu diyarda vefat etmiştir. Cenazesi yüksek bir tepeye defnedilmiştir. Bu tepeye köyde Sivritepe denilmektedir. Karabalçık köyünde Şıh Necip’ e Sümbüllü Evliya da denilmektedir.

Şıh Necip’e Allah rızası için ve Allah yoluna adaklar adanır ve kurbanlar kesilir. Ayrıca Şıh Necip’ in defnedildiği Sivritepe’ ye köyde kuraklık olduğu zamanlarda yağmur duasına çıkılır. Hubyar Sultan’ ın köy halkına yağmur duası için Sivritepe’ ye çıkmalarını söylediği de anlatılmaktadır. Köy halkı yağmur duasına çıkarken yanlarında kurbanlar götürür, Allah’a yağmur yağması için dua edip, kurbanlarını keserler.

Karabalçık köyünde Şıh Necip ile ilgili olarak bazı gizemli olaylar anlatılmaktadır. Bu olaylar şunlardır:

Karabalçık köyünde bir defineci varmış. Bu defineci hiçbir şeye saygı göstermeden, hatta evliyaların mezarlarını bile sökerek define ararmış. Bir gün defineci Şıh Necip’ in bulunduğu yere gitmiş. Orada Şıh Necip’ e:

— “Ben seni buradan sökeceğim, darmadağın edeceğim.” demiş. Sonra defineci oraya oturmuş. Tekrar Şıh Necip’ e:

— “Burada iki dakika oturacağım, varlığın varsa, gücün varsa beni buradan gönder. Senin ermiş bir kişi olduğuna inanmıyorum. Bana keramet göster de sana inanayım.” demiş.

Defineci oturduğu yerde tütün tabakasını çıkarmış. Tütün sararken uykuya dalmış. Uykulu iken Şıh Necip’ in ermiş bir kişi olduğuna dair gizemli bir rüya görmüş. Uyandığında epey bir zaman geçtiğini fark etmiş ve rüyasında gördüklerinin etkisinde kalmış. Gördüğü rüyadan sonra Şıh Necip’ in keramet sahibi olduğuna inanmış.

Anlatılan bir başka olay da Şıh Necip’ in defnedildiği Sivritepe’ de bulunan ağaç ile ilgilidir. Köyde bu ağacın kesilmesinin bela getireceği düşüncesi hâkimdir.

Adamın biri bu ağacı kesip evine götürmüş. Evine varınca adamın dili tutulmuş. Bunun üzerine çevresindekiler adama ağacı Sivritepe’ ye geri götürmesini söylemişler. Adam ağacı geri götürmüş ve dili düzelmiş.

Resim 3: Şıh Necip’ in Defnedildiği Söylenen Sivritepe

Hüseyin Abdal: Hüseyin Abdal, Hubyar Sultan’ ın torunudur ve ermiş bir kişidir. Yıldız Dağı’na kadar ökseğini atıp, otuz–kırk kilometre öteye kadar lokma dağıtan bir derviş olduğu anlatılmaktadır. Türbesi Hubyar Tekkesi’ nin yanındadır. Hubyar köyünde yaşanan şeyhlik kavgaları yüzünden, Karabalçık köyüne geldiği anlatılmaktadır. Köyü terk etmesine neden olarak kardeşleri ile arasındaki şeyhlik kavgaları gösterilmektedir.

İnternette yayımlanan bir bilgide Hüseyin Abdal’ ın Hasan, Behzat, Himmet, Mustafa ve Aslan isimli beş çocuğunun olduğundan bahsedilmektedir.

Hüseyin Abdal’ ın oğlu Hasan Abdal, Hubyar Tekkesi’ nde aktif rollerde oynayan ve isminden sıkça söz ettiren biridir. Türbesi babası Hüseyin Abdal’ ın yanındadır. Tekke’ de çıkan kargaşadan dolayı babası ile birlikte köyü terk ettiği ve uzunca bir süre Sivas dolaylarında yaşadığı anlatılmaktadır. Kimi dedelere göre Hüseyin Abdal, Bingöl taraflarında yaşamıştır ve orada kürt beylerinden birinin kızıyla evlenmiştir. Böylece güç toplamış ve kırk çadır aileyle birlikte Hubyar köyüne gitmiştir. Bugün Gami diye adlandırılan bölgeye çadır kurup yerleşmiş ve daha sonra Tekke köyü şeyhliğine oturduğu anlatılmaktadır.

Hüseyin Abdal, Tekke köyünden Karabalçık köyüne gelmiştir. Hüseyin Abdal’ ın ilk geldiği yer köyün ilk yerleşim yeri olan Yukarı köydür. Hüseyin Abdal’ ın bir gün köyde gezerken köylülere:

— “Bana bir ev yapın, ben burayı mesken tutayım, içinizde kalayım.” dediği anlatılmaktadır.

Köy halkı da bir araya gelerek Hüseyin Abdal’ a bir ev yapmışlar. Köy halkı havaların soğumasından dolayı Yukarı köyden, köyün şu anki yerleşim yerine göçünce Hüseyin Abdal’ ın evinden tahta ve taşları da getirmişler. Hüseyin Abdal için yeni yerleşim yerlerinde de, onun adına, bir ev yapmışlar.

Hüseyin Abdal’ ın bir gün Almabeli denilen yerde gezerken Kara Menevşe ( Menekşe ) isimli bir kadınla tanıştığı anlatılır. Ancak bu kadının anne ve babasının kim olduğu bilinmemektedir. Kara Menevşe ile Hüseyin Abdal arasında aşk yaşandığı söylense de aralarında bir aşk yaşandığına ilişkin kesin bir bilgi yoktur.

Resim 4: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evi

Resim 5: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evi (İç Görünüm)


Resim 6: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evi (İç Görünüm)


Resim 7: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evi (Mutfak)


Resim 8: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evi

(Kesilen Kurbanların Pişirildiği Ocak)


Resim 9: Hüseyin Abdal’ın, Yukarı Köyde İken Evinde Bulunan ve Karabalçık Köyünde Yapılan Evine Getirilen Taş

Resim 10: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evinin Önünde Bulunan Şıh Necip İsimli Çeşme

Koç Baba: Koç baba isimli bir kişi, aynı isimle adlandırılan bu yerde sır olmuş bir kişidir. Koç Baba adlı mevki Karabalçık köyünün sınırları içerisinde bulunmasa da bu yer köy halkı tarafından bilinmektedir. Bu yerde bir kaynaktan su çıktığı anlatılmaktadır. Köy halkı bu suyun başında dua ederlermiş. Eğer dua ettikleri zaman su kaynarsa duaların kabul olacağı düşüncesine inanırlarmış.

Yine aynı yerde bir pınar varmış. Bu pınarın en önemli özelliği, herhangi bir ırmağa karışmamasıymış. Bu pınar bir yerde kayboluyormuş; ancak pınarın nerede, ne şekilde kaybolduğu hiç kimse tarafından bilinmiyormuş.

Sarı Baba: Sarı Baba köyde bilinen evliyalardan biridir. O da köyün iç kesimlerinde bulunan bir yeri kendine mesken tutmuş biridir. Nereden ve ne zaman geldiği hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Mesken tuttuğu yerde büyük bir kaya parçası yer alır. Bu kaya ile ilgili olarak köy içinden geçen selden hiçbir zarar görmediği de anlatılmaktadır.

Resim 11: Sarı Baba’ nın Yaşadığı Söylenen Yerde Bulunan Kaya Parçası

BÖLÜM 4


HALK MİMARİSİ


Karabalçık köyünde geçmişteki mimari yapılar yerini daha modern mimari yapılara bırakmıştır. Eskiden yapılan mimari yapılar bugün daha farklı malzemelerle, daha farklı şekillerde yapılmaktadır. Özellikle evlerin yapımında bu daha belirgin olarak görülmektedir. Evlerin yapımında kullanılan malzemelerden, evlerin yapımına kadar birçok şey değişikliğe uğramış ve evler daha modern bir görünüm kazanmıştır. Köyde yaşayan insanların alım gücünün artması, ekonomik yönden daha ileri bir seviye ulaşması özellikle ev yapımında olumlu değişikliklere katkı sağlamıştır. Günümüz şartlarına uygun ev yapımı başlamış ve bu şekilde yapılan ev sayısı günden güne artmaktadır.

Köydeki halk mimarisi ürünleri şunlardır:

Değirmenler: Köyde eskiden su değirmenleri varmış. Köyün ilk yerleşim yeri olan Yukarı köyde de bir değirmen bulunuyormuş. Bu değirmenin kalıntısının hala durduğu söylenmektedir. Yine bu değirmenin çarklarının altın olduğu da köyde anlatılmaktadır.  

Köydeki su değirmenleri köy halkının uzun bir süre ihtiyacını karşılamıştır. Köy halkı ununu bu değirmenlerde öğütürmüş. Köydeki değirmenler yıkıldıktan sonra köy halkı ununu Sivas’ ta bulunan değirmenlerde öğütmeye başlamıştır.

Köydeki su değirmenlerin çalışma prensibi şu şekildedir:

Değirmendeki su çarklarının üzerine (pervanelerine) borular vasıtasıyla tazyikli su akar ve bu su çarkları döndürür. Değirmenin çarkları iki tane taşa bağlıdır. Bu taşlar buğday tanelerini ezerler. Üstte bulunan taşın üzerinde ve alttaki taşın da kenarında bir delik bulunur. Taşın üzerindeki delikten buğday taneleri konulur. Taşlar arasında ezilen buğday taneleri de kenarındaki delikten un olarak dışarıya atılır.

Bu değirmenler dışında el gücü ile çalıştırılanları da bulunmaktadır. Aynı şekilde iki tane taş üst üste konulur. Üstteki taşın üzerinde buğdayın konacağı bir delik ile taşı çevirmeye yarayan bir ağaç parçası bulunur. Üstteki taş döndürüldükçe buğday taneleri ezilir ve un elde edilir. Elde edilen un taşın kenarlarına dökülür ve öğütme işi tamamlanarak un toplanıp torbalara konur. İki taşın ortasında da taşın düşmesi önlemek için yerleştirilmiş bir ağaç parçası yer alır.

   

Resim 12: Un Öğütmek İçin Kullanılan El Değirmeni

Fırınlar: Karabalçık köyünde fırın adı ile anılan ve köy halkının ortaklaşa kullandığı bir mimari yapı bulunmamaktadır. Köy halkı fırındaki işlerini ( Ekmek pişirme vb. gibi ) ekmeklik adı verilen yerlerde kurdukları ocaklarda yapmaktadır.

Evler: Günümüzde köydeki betonarme ev yapımı yaygınlaşmıştır. Eskiden çamur ve taşlardan yapılan evler günümüzde artık yerini betonarme evlere bırakmıştır. Ancak köyde çamurdan ve taştan yapılmış eski evler hala bulunmaktadır. Bu evlerden bazıları sütlük veya ekmeklik olarak kullanılmaktadır.

Eskiden yapılan evlerde pencere bulunmazmış. Evin üst kısmında bir delik açılırmış. Bu delikten içeriye güneş girermiş. Güneş ışınlarına göre zaman belirlenirmiş. Güneş ışıkları tam ortada olunca yani dik gelince saat 12.00 olurmuş. Eskiden evler sıcak olsun diye iki katlı yapılırmış. Evin alt katında hayvanlar barınırken, üst katında da insanlar yaşarmış.

Günümüzde evlerin yapımında zeminin sağlam olmasına ve evlerin genellikle ön cephesin/kısmının güneş görmesine dikkat edilir. Evin büyüklüğü, yapılacağı alana göre belirlenir. Eskiden odaların büyüklüğü ayakla ya da arşınla belirlenirmiş.

Geçmişte yapılan evlerde odalarının büyük olmasına özen gösterilirmiş. Çünkü evin bütün eşyaları yapılan bu geniş odanın içinde bulunuyormuş. Yapılan geniş odaların bir köşesi mutfak olarak kullanılırken diğer bir köşesinde de yatak gibi eşyalar yer alıyormuş.  Günümüzde evlerin oda sayısı artmıştır. Böylelikle birçok sorun bu sayede çözülmüştür. Bugün yapılan evlerde değişmeyen tek özellik, ocakların hala ev içinde yer almasıdır.

Eskiden yapılan evlerde çatı bulunmazmış. Evlerin üst kısımları düz bir şekilde toprakla kapatılırmış. Evin bu üst kısmına baca veya dam da denilmektedir. Eskiden evlerin bacaları veya damları ( evin üst kısmı ) yapılırken çamur kullanılırmış. Bu çamura “çorak” denilmektedir. Çorak, çok sık ve ince bir toprakmış. Bu nedenle de suyu geçirmezmiş.

Geçmişte yapılan evlerde genellikle çam ve söğüt ağaçları kullanılırmış. Yukarı köyden göç edilince, evlerin yapımında kullanılan ağaçların Kırıklık adı verilen bir yerde bulunan ormandan sağlandığı da anlatılmaktadır.  Bu ağaçlar evin üst kısmında toprağı tutmada ve kolon olarak kullanılırmış. Evin tavanında bulunan ağaçlara “bağma”, bağma üzerindeki kalın ağaçlara da “mertek” denilmektedir.

Köyde, değişen zamanla birlikte evlerin yapımında tuğla ve betonarme kullanımı yaygınlaşmıştır. Bu gelişme ile eski evlerin yapısında birtakım değişmeler olmuştur. Bu değişiklikleri şöyle sıralayabiliriz;

  • Evlerin oda sayıları artmıştır.

  • Mutfak, tuvalet ve banyo, ev içine alınmıştır.

  • Hayvanlar için ahırlar yapılmış, insanlar ve hayvanlar ayrı yerlerde yaşamaya başlamıştır.

  • Evler daha dayanıklı bir yapıya ulaşmıştır.

  • Evlerde pencere sayısı artmıştır ve pencerelerin yeri evin üstüne değil ön, arka ve yan cephelerine yapılmıştır.

  • Evler isteğe bağlı olarak değişik şekillerde ve renklerde boyanmaya başlanmıştır.

Bütün bu değişmelere karşın ev içinde ocak yapımı hala devam etmektedir.






Resim 13: Ev İçinde Yapılmış Ocak ve Ocağın Bacası


Resim 14: Ev İçinde Yapılmış Ocak



Resim 15: Bağma ve Mertek


Resim 16: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir (Taş) Yapı



Resim 17: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir (Taş) Yapı


Resim 18: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir Taş Yapı Üzerine Yapılan Betonarme Yapı


Resim 19: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir Yapı

Resim 20: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir Yapı


Resim 21: Karabalçık Köyünde Yapılmış Eski Bir (Taş) Yapı

Resim 22: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir Yapı


Resim 23: Karabalçık Köyünde Bulunan Yeni Bir (Betonarme) Yapı

BÖLÜM 5


DOKUMALAR


Kadınların dokuduğu, el emeği göz nuru dokumalar da kültürümüzün bir parçasını oluşturmaktadır. Bu ürünler kadınlar tarafından günlük işlerinden arta kalan zamanda yapılmaktadır. Bu ürünler günümüzdeki nesil tarafından fazla ilgi görmemektedir. Buradan da günümüzde yaşlı olan bu dokuma ürünlerinin yaratıcılarının hangi şartlarda bu ürünleri dokuduğunu düşününce bu eserlerin taşıdığı manevi değeri de ortaya çıkmaktadır. Işığın olmadığı gecelerde mum veya gaz lambasının ışığında bir çok ürün yapılmıştır. Bugün kırklı ellili yaşlarda olan bazı kadınlar kendi çeyiz eşyalarını mum veya gaz lambası ışında yaptığını anlatmaktadır.

Karabalçık köyünde yapılan dokumalar günümüzde azalmıştır. Bunun sebepleri;

  1. Dokumaların yeni nesil tarafından ilgi görmemesi.

  2. Hazır dokuma ürünlerinin tercih edilmesi.

  3. Dokuma yapan kişilerin köyden göçmesi ya da ölmesidir.

Köyde geçmişten günümüze kadar yapılan dokuma ürünleri şunlardır:

  • Çul - Cecim dokuma

  • Dastar dokuma

  • Kolan dokuma

  • Çorap dokuma

  • Kendir dokuma

Bu dokuma ürünleri şu şekilde yapılmaktadır:

Çul - Cecim Dokuma: Koyun yünleri eğrilerek ip haline getirilir. Yünden yapılan ip, ip boyası ile boyanır. İpler boyandıktan sonra kurumaya bırakılır. Kuruduktan sonra ipler sarılır ve top şekline getirilir. İpin topa benzer bu haline “yumak” denir. Yumak çıkrıkta bükülür. Bu sayede ip gerginleştirilir ve böylece sağlamlaştırılmış olur. Eğer ip çıkrıkta gerginleştirilmezse daha kolay kopar. Daha sonra yere bir kazık çakılır. Kazık çakıldıktan sonra kadınlar ipi çözer yani açarlar. Kazıklarla dokuma tezgâhı yapılır ve ipler tezgâha gerilir. Gergin ipler arasından boyalı ipler geçirilir. Buna “arkaç yapma” denilmektedir.

Çullarda farklı renklerde düz nakışlar bulunur. Kuş ve çiçek gibi nakışlar çullarda kullanılmaz. Çullara püskül de yapılır ve çulların uçları dokuma sırasında dikilir. Günümüzde çul ve cecim dokuması azalmıştır.

Dastar: Dastarlar hamur dökerken hamur altında, tabutun üstünde (günümüzde bu yapılmamaktadır), sofra altında, ibadet ederken hizmet yürütürken yere serilerek kullanılır.

Beyaz ip yünden eğrilir ve sarılarak yumak yapılır. Daha sonra dastarı dokumak için tezgâh hazırlanır. Hazırlanan tezgâhta da bu iple dastar dokunur.

Kolan Dokuma: Kolan elde dokunur ve eşeğin semerine takılır. Böylece eşek yük taşırken semerinin kayması engellenmiş olunur. Kolanın ipi yünden eğrilir. Eğrilen ip yumak yapılır, çıkrıkta bükülür. İki–üç kulaç bir kolandır. Kolanda nakış ve desen olmaz, düz bir şekilde dokunur. Dokumada farklı renkler kullanılabilir.

Çoraplar: Çorapların ipi de yünden eğrilir. Ancak çorap ipinin ince olmasına özen gösterilir. Eğrildikten sonra ip iki kat olarak sarılır ve sonra da iğde gerginleştirilir. Bu çorabın sağlam olması için gereklidir. İp, eğrildikten sonra beş tane çite ile boyanır. Çorabın ayakucu bir el büyüklüğünde yapılır. Üst kısmı ise diz kapağına kadar örülür. Çoraplar yapılırken çeşit çeşit nakışlar yapılır. Ayakucundaki nakışta çiçek olduğundan bu nakışa “çiçek gölü” denilir. Çorapta bulunan diğer nakışlara da “kabak göl” ismi verilir. Örülen çorabın üst kısmına bir ip sarılır. Bu ipe “sarma” denilmektedir. Sarmanın üst tarafındaki nakışa “çakır nakış”, sarma aralarındaki çiçek şeklindeki nakışlara “yan göl” adı verilmektedir. Çorabın üst kısmına isteğe bağlı olarak püskül de bağlanmaktadır.

Resim 24: Yöresel Dokumalardan “Çorap”

Kendir Dokumaları: Kendir dokumaları günümüzde yapılmamaktadır.

Kendir dokumaları geçmişte şu şekilde yapılırmış;

İlk olarak kendir ekilir. Büyüdükten sonra kökü ile beraber sökülüp, toplanır ve bağ şekline getirilir. Bu bağ ırmakta bir süre bekletilerek kendir iyice ıslatılır. Kendir ıslak iken dövülerek ezilir. Ezildikten sonra kendir yün haline gelir ve eğrilerek ipe dönüştürülür. Eve getirilip tarakta taranır. Kendirin içindeki pislikler dökülerek temizlenir. Kendir yünden daha kalın olduğu için iğ ile eğrilmez. Kendir, kirmen ile eğrilir. Eğrildikten sonra, çıkrıkla gerginleştirilir. Bu sağlam olması için yapılır. Kendir ipi iki kat şeklinde yumak yapılır ve boyanmaz. Kendir de tezgâhta dokunur ve yüne göre daha sağlamdır.

Şalvar Dokuma: Şalvar pantolon şeklinde, bol bir giysidir. Bol olduğu için hareket kolaylığı sağlar. Köyde şalvarı sadece erkekler giyer. Şalvar da yünden yapılır. Şalvarın yapılacağı yün eğrilir fakat bu sefer çıkrıkta bükülüp, gerginleştirilmez. Şalvar, kaytanla dikilir. Beyaz yün eğrilir ve elde edilen ip siyah boyayla boyanır. Şalvar üç bacaklı çatma ile elde dokunur. Üç bacaklı çatmanın görevi ipi yukarıya kaldırmak ve ipin yere değmesini engellenmektir. Şalvar yaz kış giyilen bir giysidir.

Kilim Dokuma: Kilimin yapılacağı ip yünden eğrilir. İp eğrildikten sonra çıkrıkla bükülür. Bu sayede ip gerginleşir. Sonra ip terazide tartılarak kaç kilo olduğu ölçülür. İki - üç kilo olunca ip çözülür ve kulaçlanır. Daha sonra yere bir kazık çakılır ve kilimin dokumasına başlanır. Kilimin dokunması genelde bir ay kadar sürmektedir. Dokumada kuş, çiçek vb. motifler kullanılır. Kilimlerin dokunmasında sarı, kırmızı, mavi, yeşil gibi renklerin yanı sıra siyah ile beyaz da kullanılır.













BÖLÜM 6


SAYILI GÜNLER


Karabalçık köyünde, iklim koşullarına ve yaşanan mevsime bağlı olarak bazı sayılı günler bilinmektedir. Genellikle sayılı günler takip edilirken eski takvim olarak belirtilen Hicri takvim kullanılmaktadır. Bu sayılı günler her yıl değişmeden gününde yaşanmaktadır. Günümüzde de yaşlı insanlar bu sayılı günleri anlatmaya devam etmektedirler. Özellikle mevsimleri, mevsimsel değişiklikleri takip ederken sayılı günlere göre yorum yapmaktadırlar. Yapılan yorumlarda genellikle doğru olmaktadır.

Sayılı günler uzun yıllar boyunca tabiattaki değişmelerin gözlemlenmesi ve bu gözlemlenen değişimlerin sınanması ile ulaşılan günlerdir. Uzun yıllar gözlemler sonucunda insanlar tarafından elde edilen bu bilgiler tarihlerle ilişkilendirilerek günümüzde de etkili olan bir bilgi elde edilmiştir. Sayılı günler insanların yaşadığı bölgenin iklim özelliklerine göre değişebilmektedir. İklimsel değişiklikler, bölgenin coğrafi konumu, denize yakınlık vb. durumlar bunda etkili olmaktadır. Karadeniz bölgesinin iklimsel özellikleri ile yaşadığımız İç Anadolu bölgesinin sayılan özellikler yönünden farklı olması bu bölgelerdeki sayılı günlerde de farklılık arzetmektedir.   

Köyde bilinen sayılı günler şunlardır:

Gücük Yedisi: Şubat ayına gücük de denilmektedir. Gücük yedisi Şubat ayında belirli bir gündür. Bugün hava çok soğuktur ve kış mevsimi hüküm sürer.

Gücük yedisinde kış çok sert olur. Bazı köy büyükleri “Bu ayın yarısı yaz, yarısı kış.” diye bir söz söylemiştir. Bu gün için “Ya devenin kuyruğuna oturur ya da iti güne yatırır.” diye bir söz de söylenmiştir. Devenin kuyruğuna oturunca, havalar çok soğuk olurken, iti güne yatırınca da havalar sıcak olurmuş. Bu sözde şubat ayının yarısı yaz, yarısı kış sözünü desteklemektedir. Gücükten sonra kocakarı kışı denilen, mart ayı çerisinde sayılı bir gün vardır.  

Bir başka rivayete göre de bu gün için “Yedisinde yel, sekizinde sel; ancak gelmezsem on yedisinde kağnı ile kızakla gelirim.” denilmiştir.  Bu sözde bu günün yarısı yaz yarısı kış sözünü desteklemektedir. Yedisinde karayel rüzgârı esmeye başlarmış ve karlar hızla eriyerek akar gidermiş. Eğer rüzgâr esmezse bu ayın on yedinci gününden sonra havalar soğurmuş. Kar yağarak şiddetli kış yaşanırmış.

Hıdrellez: Köyde Hıdrellez zemherinin yirmi birinci günüdür. Zemheri ocak ayına denir. Bugün de oruç tutulmaya başlanır. Orucun başlaması oruca kalkılması ile aynı anlama gelir. Köyde Hıdrellez iki şekilde bilinmektedir. Tutulan oruç üç gün ya da yedi gündür.

Tutulan oruç bazı yörelerde üç gün olarak, bazı yörelerde de yedi gün olarak tutulmaktadır. Üç günlük oruca “Hıdrellez Orucu”, yedi günlük oruca da “Hubyar Orucu” denir. Oruç bittikten sonra bayram yapılır. Hıdrellez için:

“Hıdrellez kaça kaça

Pohutunu saça saça

Safa geldin Hıdrellez”

diye bir mani de söylenmektedir.

Üç gün tutulan Hıdrellez Orucu ile ilgili olarak şu olay anlatılmaktadır:

Hızır ve İlyas Allah’ ın sevdiği kullarıymış ve hiç ölmezlermiş. Dara düşenlere, zor durumda kalan insanlara yardım ederlermiş. Hızır denizdeki, İlyas da karadaki insanlara yardımcı olurmuş.

Hızır ve İlyas yılda üç gün bir araya gelirlermiş. Buna “Hıdrellez” denir. Bu iki kişi sahilde üç gün boyunca muhabbet ederlermiş. Bu nedenle bu üç gün boyunca Allah rızası için oruç tutulurmuş.  

Bir de yedi günlük Hıdrellez orucu vardır. Aslında bu orucun adı Hubyar Orucudur. Hubyar Sultan ermiş bir kişi, bir evliyadır. Yaşadığı dönemde padişah onun ermiş bir kişi olduğuna inanmamış ve onu kazana attırmış. Kazanın altına yedi gün yedi gece ateş yaktırmış. Hubyar Sultan yedi gün sonra hiçbir şey olmadan kazandan çıkmış. Hatta Hubyar Sultan’ın sakalları buz içindeymiş. Bundan dolayı herkes şaşırmış. Padişah onun ermiş bir kişi olduğuna inanmış. O zamanki insanlar bundan etkilenmişler ve Allah’ ın kudretine bir kez daha şahit olmuşlar.  Bu olaydan sonra Allah rızası için yedi gün oruç tutulmaya başlanmış.

Hıdrellezde tutulan üç günlük oruç Hıdrellez Orucu, yedi günlük olanı Hubyar Orucudur. Yörede oruç şahıslar için değil, Allah için tutulur. İnanç gereği bu durum farklı şekillerde yorumlanmakta olup birçok yanlış yorum yapılmaktadır. İnançlarından dolayı insanların yaptıkları her şey Allah içindir. Herhangi bir şahsın göstermiş olduğu gizemli durum insanları o şahsa yöneltmez. Zira insanlar o gizemli durumun Allah’ ın bir lütfu olduğuna inanırlar ve Allah’ a sığınırlar. Şahıslar Allah’ a yakın kullar olarak kabul edilir. Bundan dolayı onların bulunduğu yerlere adaklar adanıp, kurbanlar kesilir. Oruç süresince et, yumurta gibi hayvansal gıdaları yemek, içki içmek yasaktır.

Gün Dönümü: Gün dönümü yılda iki defa olmaktadır.

  1. Günün kışa dönmesi

  2. Günün yaza dönmesi

Hicri Takvime göre haziran ayının on ikisinde gün kışa döner. Günün kışa dönmesiyle beraber günler biraz uzar, geceler kısalır. Güz mevsimine (Eylül-Ekim-Kasım aylarına) doğru da günler kısalmaya başlar. Bu tarih miladi takvimde yirmi üç haziran tarihine denk gelir. Bu tarihten sonra günler uzar, geceler kısalır ve havalar ısınmaya başlar. Bugün yağmur yağarsa iklim güzel olur. Sonraki zamanlarda bunun tam tersi olur. Havalar gün dönümünden sonra soğur. Atalarımız bu gün için; “Ilıya ılıya yaz gelir, soğuya soğuya kış gelir.” diye bir söz söylemiştir.

Aralık ayının on ikisinde gün yaza döner. Bu tarihten sonra günler kısalmaya, geceler uzamaya başlar ve havalar soğumaya döner.

Abrul Beşi: Abrul, nisan ayıdır. Hicri takvime göre Nisan ayının beşinci günüdür. Miladi takvime göre bu tarih nisan ayının on sekizine denk gelir. Bugün de havalar soğuk olur. Bu günden sonra havalar ısınmaya başlar, kışın yağan karlar erir. Koyunlar kuzulamaya başlar.

Abrul beşi için “Kork abrulun beşinden, öküz ayrılır eşinden.” ve “Abrul abruşu, dudak yere yapışu.” gibi sözler söylenmiştir. Söylenen sözlerle bu günün soğuk geçeceği belirtilmektedir.

Mart Dokuzu: Mart ayı içerisinde sayılı bir gündür. Mart ayı içerisinde üç dokuz bulunduğu anlatılmaktadır. Bunlardan birinci dokuz bir – dokuz (1 – 9 Mart) mart tarihleri arasında, ikinci dokuz on – on dokuz (10 – 19 Mart) mart tarihleri arasında, üçüncü dokuz yirmi – yirmi dokuz (20 – 29 Mart) mart tarihleri arasında yaşanan sayılı günlermiş. Üç dokuzda da kış mevsimi hüküm sürermiş.

Bu sayılı gün mart ayının birinde başlar ve ayın sonuna kadar sürer.

Miladi takvimde bugün için 21 Mart tarihi dile getirilmektedir. 21 Mart bahar mevsiminin başlangıcıdır. Başka bölgelerde Nevruz olarak kutlanan bu gün köyde Nevruz olarak kutlanmamaktadır.

Mayıs Yedisi: Mayıs ayının biri ile yedisi arasında sayılı bir gündür. Bugünden sonra havalar ısınmaya başlar. Atalarımız bugün için “Mayıs yağar yıl övünür, yıl yağar mayıs övünür.” demişlerdir.

Mayıs yedisi çıkana kadar havalar soğuk olur. Bu tarihten sonra havalar ısınmaya başlar. Yağmurlar yağar, yaylalara çadırlar kurulur. Nevruz ve çiğdem çiçekleri açar. Kızlar kuzu emişine gider. Emiş kuzuların koyunları emmelerine verilen addır.

Ürker Doğumu: Ürker havadaki bir top yıldız kümesidir. Mayıs ayının on sekizinde sayılı bir gündür. Ürker doğumu on sekiz mayısta başlar. Ürker yıldızları yirmi iki mayısta doğar. Bu sayılı günde sabah güneş doğarken hava çok ayaz olur. Bu ayaz dağda koyunu, bahçede sebze ve meyveleri yakar, harap eder. Bitkileri korumak için eşyaların üzerine örtü türünde bir şeyler örtülür.

Koç Katımı: Bu sayılı gün kasım ayının beşinde başlar. Koçlar koyuna katılarak koyunların döllenmeleri sağlanır. Nisan ayının beşi gibi de koyunlar kuzulamaya başlarlar. Günümüzde Karabalçık köyünde koyun sayısı çok azalmıştır. Köyde yaşayanların büyük çoğunluğu büyükbaş hayvancılıkla geçimini sağlamaktadırlar.

Geyik Öğürdümü: Geyik öğürdümü geçmişte bilinen günümüzde de sadece birkaç yaşlı tarafından hatırlanan sayılı bir gündür. Bugün temmuz ayının on sekiz ve on dokuzunda olur. Bugünlerde geyikler yavrularmış ve öğürürlermiş (bağırırlarmış).







BÖLÜM 7


YER İSİMLERİ ve

İSİMLENDİRME SEBEPLERİ


Karabalçık köyünde birbirinden farklı birçok yer adı bulunmaktadır. Köydeki yerler isimlendirilirken genellikle aşağıda belirtilen şartlara göre isimlendirilmiştir;

  1. Adlandırılan yerin bulunduğu bölgedeki doğal, iklimsel şartlar (Karların erken veya geç erimesi, havanın erkenden kararması gibi.),

  2. O yerde bulunan taşların rengi, şekli (Düz, Yuvarlak, Gri gibi.),

  3. O yerde bitki olup olmaması (Ağaç, Çiçek gibi.)

  4. Ağaçların cinsi ve meyveleri (Acı, Tatlı, Ekşi, Boz gibi.)

  5. Üretilen tarımsal ürünler (Tahıl, Buğday gibi.)

  6. Köyün merkezine göre konum (Aşağı, Yukarı gibi.)

  7. O bölgede yaşamış evliya kişiler ve yaşam bölgeleri (Kara Veysel, Öksüz Oğlan Çeşmesi, Şahpende, Tat Yaylası gibi.)

Köyde isimlendirilme nedenleri bilinen yerler şunlardır:

Acı Elma: Bu bölgede elma ağaçları varmış ve bu ağaçlarda yetişen elmaların çok acı bir tadı varmış. Bu elmayı bir insan kolayca yiyemezmiş. Bu nedenle böyle adlandırılmış.

Ağbaba: Bu bölgede yuvarlak top şeklinde beyaz renkli taşlar olduğu için bu şekilde adlandırılmış.

Ağdaşlık: Bu alanda beyaz renkli taşlar olduğu için bu ad verilmiş.

Alacaçayır: Bu yerde ilkbahar aylarında kıştan kalan karlar köydeki diğer yerlerden önce erirmiş. Çayıra alaca düştüğü zaman köylü hayvanlarını otlatmak için oraya götürürmüş. Bu yer hakkındaki hikâye şu şekildedir:

Eskiden Müslüman ve fakir bir adam varmış. Öyle bir yıl olmuş ki kıtlık hüküm sürmüş. Adam hayvanlarına verecek yiyecek bulamıyormuş. Çare olarak kızını iki sepet saman karşılığında bir Yahudi ile evlendirmek istemiş. Kızın Yahudi’ de hiç gönlü yokmuş; ancak babası kızını istemeye istemeye Yahudi ile evlendirecekmiş. Kız örtüsünü takmış ve yedi gün yedi gece boyunca dua etmiş:

— “Es badi yel es, beni Yahudi’den kes.” demiş. Badi karı eriten rüzgâra denilirmiş. Kızın ettiği dualar kabul olmuş ve tarlalarındaki karlar erimiş. Tarlada otlar yeşermiş. Bu yer dışındaki diğer yerlerde hep kar varmış. Kız tarlanın yeşerdiğini görünce babasını uyandırmış ve ona:

— “Alacaçayır açıldı baba, davarını gönder.” demiş. Kız bu olaydan sonra Yahudi ile evlenmekten kurtulmuş.

Arpa Alanı: Bu yer köyün en çok arpa üretilen yeri olduğu için bu ad verilmiş.

Aşağı Öz: Bu yer köyün aşağısında olduğu için “Aşağı” ve kenarında da ırmak olduğu için “Öz” denilmiş. Köyde küçük akarsulara öz de denilmektedir.

Boz Armut: Bu yer eskiden yaylaymış. Bu alanda çördük, armut yetişiyormuş. Bu bölgedeki toprağın renginden dolayı “boz” denilmiş. Burada armut yetiştiği için bu şekilde adlandırılmış.

Buzağı Çayırı: Eskiden inekler bu bölgede yavrularmış. Bu nedenle böyle adlandırılmış.

Çakmak Kayası: Eskiden öküz ile düğen sürerken, düğenin dişine çakmak taşı takarlarmış. Bu bölgede de çakmak taşı olduğu için bu ad verilmiş.

Çatmalı: Eskiden çatma diye bir ip dokurlarmış. Dokunan ipler çatmaya asılırmış. Bu yerde çatmaya benzediği için bu adı almış.

Çermik Kolu: Eskiden bu bölgede bir çermik varmış. Bu çermik uyuz hastalığına iyi gelirmiş. Bu çermiğin sularının bir kolu/kısmı, bu bölgeden geçiyormuş. Bundan dolayı bu bölgeye Çermik Kolu denilmiş.

Çiçek Kayası: Bu bölgede beyaz çiçekler çok erken açar ve çok erken solarmış. Ayrıca bu yer için “Yazın ot bitmez, kışın kar gitmez.” denilmiştir. Yine bu yerde çokça taş bulunduğu için bu şekilde adlandırılmış.

Kale: Eskiden köyün kurulduğu yerlerde Ermenilerin yaşadığı söylenmektedir. Şahpende isimli bir yerde ve bunun gibi birkaç yerde Ermenilerin evleri varmış. Kale denilen yerde de bir kilise bulunduğu söylenmektedir. Kale’de çanlar çalınca diğer yerlerde yaşayan insanlar (Ermeniler) bir araya toplanıp ibadet ederlermiş. Köyde bu yerde bir kale olduğu söylenmesine rağmen herhangi bir kale kalıntısı bulunmamaktadır.

Kara Güney: Köyün güneyinde bulunan bu bölgede siyah taşlar bulunduğu için bu ad verilmiş.

Karakaya: Bu bölgede siyah renkte, büyük taşlar bulunduğu için böyle adlandırılmış.

Karanlık Dere: Bu bölgede hava diğer yerlere göre daha erken karardığı için bu şekilde adlandırılmış.

Kara Veysel: Kara Veysel denilen yer nazarlı bir yermiş. Kara Veysel isimli ozan burada yaşarmış. Bu yer Hüseyin Abdal tarafından Kara Veysel’ e nazarlanmış. Bundan dolayı buraya bu ad verilmiştir.

Hüseyin Abdal’ ın bu yerde bulunan bir kızla başından geçen olay şu şekilde anlatılmaktadır:

Hüseyin Abdal, bir gün Kara Veysel denilen yerde atı ile geziyormuş. Burada bir kızla karşılaşmış. Bu kız, Hüseyin Abdal’ a âşık olmuş. Hüseyin Abdal ermiş bir kişiymiş ve evlenmezmiş. Hüseyin Abdal, kızı görmüş ama ona bakmamış. Kız, Hüseyin Abdal’ ın peşine düşmüş. Bunun üzerine Hüseyin Abdal ona “peşimden git” demiş. Kız onu dinlememiş. Bunun üzerine Hüseyin Abdal kıza “orada donda kal” demiş. Kızda hemen orada donup kalmış. Bir süre sonra Hüseyin Abdal atı ile yine bu bölgede gezerken atının ayağının altına donan kız gelmiş. Hüseyin Abdal, kızı kaldırmış ve ona:

— “Sen de buranın bekçisisin.” demiş.

Keçi Yatağı: Bu yer taşlı ve çakıllı bir yermiş. Eskiden keçileri durdurmak için buraya getirirlermiş. Bu nedenle böyle adlandırılmış.

Kepez: Kepez yüksek anlamına gelir. Bu bölge köyün en yüksek yeri olduğundan bu şekilde adlandırılmış.

Kırıklık: Köyün ilk kurulduğu dönemde, köyün üst tarafında çok büyük bir orman varmış. Köy halkı Yukarı köyden aşağıya göç edince bu ormandaki ağaçları kırıp ev yapmışlar. Ormandaki ağaçlar kırıldığından dolayı bu adı almış.

Kışla Deresi: Bu bölgede otlar erkenden açarmış ve millet burada kışlarmış. Bu nedenle böyle adlandırılmış.

Öksüz Oğlan Çeşmesi: Eskiden öksüz bir erkek çocuk varmış. Bu çocuk buraya su getirip bir çeşme yapmış. Bundan dolayı buraya bu ad verilmiş. Bu çeşme bir müddet kaybolmuş ancak sonra yeniden yapılmış.

Öküz Yatağı: Eskiden köy halkı geçimini öküzle sağlarmış. Öküzler otlatıldıktan sonra dinlenmeleri için bu bölgeye getirilirlermiş. Bunun için bu yere öküz yatağı denilmiş.

Sülüklü Göl: Bu bölgede sülüklerin yaşadığı bir göl varmış. Bundan dolayı böyle adlandırılmış.

Şahpende: Eskiden bu bölgede Şahlık varmış. Bu bölgede Rumlar yaşarmış. Burada şahlık olduğu için buraya Şahpende denilmiş.

Tat Yaylası: Eskiden bu yere Tatarlar gelirlermiş ve burada yayla kurarlarmış. Bu sebepten dolayı buraya bu isim verilmiş.

Yatmaca: Bu bölge, köyün en yatık -en eğimli- yeridir. Eskiden yamaca “yatmaca” derlermiş. Yamaç karşı anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu yer de köyün karşısında olduğu için bu adı almış.

Yığılıtaş: Bu bölgede taş yığınları olduğu için böyle adlandırılmış.

Bu yer adları dışında, yörede kullanılan diğer yer adları da şunlardır;

  • Ali Öreği

  • Almabeli

  • Alperek

  • Arduçluk

  • Bohça Pınarı

  •   Çamlık

  •    Deretarla

  •    Erikliyan

  •    Ermeni Mezarlığı

  •    Evardı

  •    Gıcılık

  •    Gilebos

  •    Haydarkalesi

  •    Isırganlı

  •    Kabak Yazısı

  •    Karaçayır (Karaçayırın bir yüzüne “Üç günlük” bir yüzüne de “Keçi çayırı” denilmektedir.)

  •    Karakisin Bel

  • Kaşkaya

  • Kızıl Öğek

  • Koç Kuzuluk

  • Konuk Pınar

  • Köklü

  • Kör Himmet Tamı

  • Köprübaşı

  • Narlı Pınar Önü

  • Ören

  • Pınarlı

  • Üçburun

BÖLÜM 8


GELENEKLER


Gelenekler geniş anlamıyla bir kuşaktan ötekine geçirilebilen bilgi, tasarım, boş inanç, yaşantı biçimi; daha geniş anlamıyla maddi olmayan kültürdür. Dar anlamda ise, kuşaklar boyunca bir toplumun örneğin kutsal ya da politik işleri gibi önemli konulardaki görüşlerdir. Gelenekler sözlü ve yazılı olmak üzere iki bölüme ayrılırlar.

Gelenekler toplumsal yaşamın düzenlenmesinde ve denetlenmesinde önemli rol oynarlar ve genellikle yasalardan çok daha geniş bir alanı yönetirler.

Köy halkı gelenek ve görenekleri son derece bağlı bir yaşam sürdürmektedir. Toplum içinde yapılacak işlerin adet, gelenek ve göreneklere göre yapılmasına özen gösterilmektedir. Bu adet, gelenek ve görenekler arasında nişan, düğün, ölüm, asker uğurlama, doğum ile ilgili konular yer almaktadır.

Karabalçık köyünün geleneksel özellikleri;

Kız İsteme ve Düğün Adetleri: Kız ile erkek aralarında konuşup anlaşırlar. Daha sonra erkek tarafı kız evine dünür gider. Dünürlüğe gidilirken oğlan tarafı nazının geçtiği akrabalarını da yanında götürür. Kız evinde misafirlere her yerde olduğu gibi kahve pişirilir ve ikram edilir.

Köyde ilk dünür gitmede kız verilmez. Eğer ailenin ve kızın gönlü varsa erkek tarafına “vaktini tazele” denilir. Böyle denmesinin sebebi bu sözün hem adet olması hem de düşünmek için erkek tarafından biraz zaman istenmesidir. İkinci gidişte kız tarafı evliliğe razı ise biraz yumuşar ama bu defa da kesin kabul edilmeyebilir. Üçüncü kız istemede, kız verilir.

Köyde başlık parası yoktur. Annenin süt hakkı olması nedeniyle büyük altın isteme hakkı vardır. Anne isterse bu hakkını kızına helal ederek altını istemeyebilir. Nişan öncesinde kıza alınmak suretiyle 2 adet burma bilezik veya 3 adet düz bilezik, saat, nişan yüzüğü (kız erkeğin yüzüğünün parasını, erkek de kızın yüzüğünün parasını öder), kolye, küpe de alınması adettir.

Kız ailesinden (annesi ve babasından) Allah’ ın emri, Peygamber’ in kavli ile istenir. Köyde zorla evlendirme yoktur. Kız verildikten sonra kahvesi içilir. Kahve kız evinde ve köyün büyükleri çağrılarak içilir. Köyde genelde kahve içildiği gün evlenmeyi düşünen gençlerin nişan yüzükleri de takılır. Davet edilen misafirlere içecek ikram edilmesi de adettendir. Daha sonra aileler kendi aralarında düğün gününü kararlaştırırlar.

Köyde düğünler üç gün sürer. Düğünün ilk günü sabahtan dua edilerek düğün evine bayrak dikilir. Bugün kızın çeyizi halka açılır ve çeyize bakılır. Kızın çeyizini görmeye gelen kadınlar, kıza destek olmak amacıyla yanlarında hediye getirirler. İsterlere parasal olarak katkı da sağlayabilmektedirler. Erkek evine de bayrak dikildikten sonra damat gardaşlıkları (en yakın arkadaşları) tarafından yıkanmaya götürülür. Damat yıkanırken, gardaşlıkları davul zurna eşliğinde oyunlar oynarlar. Damat yıkandıktan sonra düğün için kıyafetlerini giyer ve ata bindirilerek eve götürülür. Aynı günün akşamı damadın kınası yakılır. Bu adet şehirlerde değişen zamanla beraber yapılmamaktadır.

Düğünün ikinci gününde gelin bacılıkları (en yakın arkadaşları ) tarafından yıkanmaya götürülür. Gelinin örülmüş olan saçları açılır. Bu sırada gelinin bacılıkları da kendi aralarında oyunlar oynarlar. Gelin yıkandıktan sonra en yakın arkadaşının evine götürülür. Burada geline yemek yedirilir. Gelin bacılığının, bacılığı da gelinin elbisesini giyer. Damadın gardaşlığı (en yakın arkadaşı) da gelinin bacılığına bahşiş verir ve gelinin elbisesini bacılığın üzerinden çıkarttırır. Gelin buradan baba evine götürülür ve düğün için kıyafetlerini giyer. Bu günün akşamında da kızın kınası yakılır.

Düğünlerde, gelinliğini giydikten sonra gelinin beline kırmızı kuşak bağlanır. Gelinin beline kırmızı kuşağı erkek kardeşlerinden biri bağlar. Düğünün üçüncü gününün sabahında, gelinin baba evinden çıkarılmadan önce kuşağının bağlanması ve ağlatılması da adettendir. Evin ortasına bir minder veya sandalye konulur ve gelin minderin üzerine oturtulur. Gelinin annesi, ablası, kardeşi ve diğer akrabaları geline sarılarak ağlarlar ve gelini ağlatırlar. Buna “gelin ağırlama” denir. Gelin ağırlanırken kadınlar geline sarılarak türküler söylerler. Bu türkülerin günümüzde söylenen sözleri şu şekildedir:

Saçımı söktüm taşa otudum

Sağıma soluma mektup yetidüm

Emmim dayım hep başıma getüdüm

Ağla anam ayrılığın günüdür



Bahçenizde bir gül diktim bitti mi?

Gülün dallarında bülbül öttü mü?

Benden başka kız gurbete gitti mi?

Ağla anam ayrılığın günüdür


Yüksek dağlarda keklikler öter

Kekliğin figanı âleme yeter

Benim çektiğim ölümden beter

Ağla anam ayrılığın günüdür


Düğüncüler dağ başına dizildi

Kalaylı tabakta kınam ezildi

Benim yazım gurbete yazıldı

Ben ağlamayım kimler ağlasın


Ocağa koydular yoha sacını

Başıma vurdular ahir tacını

Ben gidiyom, anam çeksin acımı

Ya ben ağlamayım kimler ağlasın


Ocağa süt koydum pişti mi ola?

Altı yeğin idi taştı mı ola?

Anam beni verirken şaştı mı ola?

Ya ben ağlamayım kimler ağlasın


Kırata vurmuşsun kırmızı kolan

Topla dizginini, yerimi bulam

Yok mu elinizde bir yiğit kalem

Yazam da yollayam ırgattır selam


Altın mıydı pas mı tuttu kavalın?

Düz ovada yayılıyor davarın

On beşinde ıhrarımı/sözümü vermişim

Ölüp ölenece seni severim

Âşıklarda gel dolanı dolanı

Ben de bilemiyom yârim olanı

Benim gibi yar yoluna öleni

Doktorlar derdime meram/verem dediler


Başladılar örümümü sökmeye

Gelsin anam dertlerini dökmeye

Anam gelsin yaşın yaşın ağlasın

Gardaş gelsin kuşağım bağlasın

Bana ağlarsa gelin anam, anam ağlasın

Elin ağladığı yalandır yalan


Kapıya keçi geldi,

Bilmiyom kaçı geldi?

Çek bayrakçı bayrağı,

Ayrılık göçü geldi


Dışarıya çıktım taşlar ışılar

Davul gümbürder de zurna hoşular

Gülüp oynadığım konu komşular

Gelin helallaşak ben gider oldum


Zalim ninem bu sözlerim sanadır

Dedemin ettiği bana cezadır

Anam babam yollarımı gözle dur

Ağla anam ayrılığın günüdür

Köyde yapılan düğünlerde hem erkek hem de kız tarafı düğüne gelen misafirlere yemek verirler. Eskiden düğünlerde güreşler de yapılırmış. Güreşte kazananlara bahşiş verilirmiş. Günümüzde bu adet unutulmuştur.

Düğünün üçüncü günü kız baba evinden atla alınarak erkek evine götürülür. Erkek evine girişte gelin attan inerken başına çerez atılarak karşılanır. Gelin, erkek evinin kapısına bağlanan ipi koparıp eve girer ve evdeki ocağın başını öper. Ertesi günün sabahında geline çeşmeden su getirtmek de adettendir.

Köyde bu adetler sürdürülürken şehirlerde yaşam şartlarının farklılaşmasından dolayı bazı değişiklikler bulunmaktadır. Şehirlerde yapılan düğünlerde, düğünün üçüncü genelde salon günüdür. Bugünde gelin ile damat önceden ayarlanan ve misafirlere kart verilerek bildirilen yerde toplanarak eğlenirler. Salona girişte misafirler gelinin ve damadın anne ve babası ya da akrabaları karşılanırlar. Salonda misafirlere pasta ve içecek ikramında da bulunulur.

Salonda gelin ve damada, önce gelinin yakınlarından başlanarak, takı töreni yapılır. Salonun sonunda gelin ile damat misafirlerle tokalaşarak tebrikleri kabul ederler ve misafirleri uğurlarlar.

Doğum Adetleri: Eskiden köyde doğumu gelen kadınların doğumları, köydeki yetenekli kadınlar tarafından yaptırılırmış. Doğumu yaptıran kadın, aynı zamanda bebeğin göbeğini de kesen kişiymiş. Ebeye doğum yaptırdıktan sonra yemek hazırlanırmış. Bu yemeğe “ebe ekmeği” denilmektedir. Bununla beraber doğum yaptıran kadına bahşiş de verilirmiş. Günümüzde gelişen tıp sayesinde doğumlar hastanelerde yaptırılmaktadır.

Geçmişte, çocuk doğduktan sonra bacak araları, koltuk altları özellikle tuzlanırmış. Böyle yapılmasının nedeni çocuğun bu yerlerinin pişmemesidir.

Eskiden köyde baca yıkma âdeti varmış. Bir kadının ilk çocuğu erkek olduğunda komşularından biri onların evinin bacasına (çatısına) çıkıp, bacadan bir taş alırmış. Buna “baca yıkma” denilmektedir. Bacayı yıkan kişiye bahşiş verilmesi adettenmiş. Bu adet günümüzde unutulmuştur.

Ölüm Adetleri: Köyde biri öldüğü zaman, ölen kişinin çenesi bağlanır. Daha sonra ölen kişi evinin ortasına bir döşeğin üzerine yatırılır. Yatırıldığı bu yere “rahat döşeği” denir. Köy halkı cenaze evine gelirler. Cenaze evine, köy dışında yaşayan akrabaları da geldikten sonra cenaze yıkanır, cenaze namazı kılınarak defnedilir. Cenazelerde cenaze sahibine -engin fakir ayrımı yapılmaksızın- maddi destek sağlamak amacıyla cenazeye katılan insanlar tarafından güçlerinin yettiğince para desteği yapılır. Toplanan bu para cenaze sahibine, kimin ne kadar para verdiğinin yazıldığı defterle beraber teslim edilir.

Cenaze defnedildikten sonra cenazeye katılanlara yemek verilir. Bu yemeğe “Kazma Kürek Ekmeği” denilmektedir. Kazma kürek ekmeğinden sonra cenaze evinde konuklara kahve ikram edilir. Cenaze törenine katılanlar, cenaze evinden ayrılırken aileye baş sağlığı dileyerek taziye verirler.

Cenaze defnedildikten bir hafta sonra halka bir yemek verilir. Bu yemeğe “Cumalık Yemeği” denir. Cenaze defnedildikten kırk gün sonra ve elli iki gün sonra bir yemek daha verilir. Kırk gün sonra verilen yemeğe “Kırk Ekmeği”, elli iki gün sonra verilen yemeğe de “Elli İki Ekmeği” denir. Verilen yemeklerde ölen kişinin ruhu için Kur’an okunur ve Allah’a dua edilir. Ölen kişinin mezarı ölüm tarihinden en az bir yıl geçtikten sonra yaptırılır. Bunun nedeni mezarın toprağının tam olarak yerleşmesi ve yapılan mezarın zemininin sağlam olmasıdır.

Resim 25: Köy Mezarlığından Görünüm


Resim 26: Köy Mezarlığından Görünüm



Resim 27: Köy Mezarlığından Görünüm (Yukarı Köy)

Halk Hekimliği: Karabalçık köyünde halk hekimliği eskiden varmış. O dönemde hastalıklara karşı bitkilerden ilaç yapılıyormuş. Bu bitkilerden kuşburnu basur (mayasıl) hastalığına, kekik şeker hastalığına ve nane (kaynatılınca) karın ağrısına iyi gelirmiş.

Günümüzde halk hekimliği ortadan kalkmıştır. Doktor ön plana çıkmıştır ve bir hastalık anında doktora başvurulmaktadır.

Giyim: Köyde kadınların yöresel giysilerine “üç peşli” denilmektedir. Bu kıyafet yaşlı kadınlar tarafından günlük giyilirken, genç kızlar tarafından cemlerde, kurbanlarda, düğünlerde ve asker uğurlama törenlerinde giyilmektedir.

Üç peşli; entere, gazeke, kuşak, önlük ve püskülden oluşur. Bu yerel giysi kadınlar tarafından elde dikilebildiği gibi hazır olarak da alınabilinmektedir. Bu giysilerin yapımında kuşdili, bülbül gözü, taraklı kumaş ve zincirli kumaş gibi kumaşlar kullanılır. Yaşlı kadınlar bu giysinin içine fes takarken yeni yetişen bayan kuşağı fes takmamaktadır.

Erkekler ise eskiden şalvar giyerlermiş. Şalvarlar kadınlar tarafından elde dokunurmuş. Bu giysi erkeklerin rahatça hareket etmesini sağlıyormuş. Günümüzde şalvar yerini pantolona bırakmıştır.

Erkeklerin eskiden kullandıkları giysilerden biri de çarıktır. Çarık ayak kokusunu alan bir giysiymiş. Günümüzde çarık kullanılmamaktadır. Çarık bugün yerini ayakkabıya bırakmıştır.


Resim 28: Yöresel Kıyafet (Çarık)

Resim 29: Yöresel Kıyafet ( Üç Peşli )

Nazar Adetleri: Köyde nazara “göz değmesi” ya da “nefis değmesi” de denilmektedir. Nazar, nefistir. Bir başkasına kem gözle bakmak ya da iyi gözle bakmamaktır. Nazar değmesin diye birinin bir özelliği dile getirildiğinde “Maşallah” denilmesi söylenir. Nefis sadece güzellik için değildir. Nazar varlıklı bir kişiye değdiği gibi durumu iyi olmayan birine de değebilir. Nazar bir kişinin varlığına, yakışıklılığına, tipine, çalışkanlığına da değebilir.

Nazarı önlemek için birkaç yöntem vardır. Bunlar:

  1. Tuz okutmak

Köyde nazar dualarını okumayı bilen bir kişi avucunun içine biraz tuz alır ve nazar duası okur. Buna “tuz okutması” denir.

  1. Kurşun dökmek

Bir kepçe içine yağ konur ve ateşte eritilir. Daha sonra kepçeye katı kurşun parçaları konarak erimeye bırakılır. Kepçeye arada bir yağ konur. Bunun sebebi kurşunun daha çabuk erimesini sağlamaktır. Kurşun eritildikten sonra nazar değdiği düşünülen kişinin başına örtü tutulur. Örtünün üzerinde de su dolu bir tabak tutulur ve kurşun bu tabağın içine dökülür. Kurşunun suda oluşturduğu şekillere bakılarak yorum yapılır. Mesela şapka şekli varsa bu bir adama benzetilir. Bu işlem yedi defa yapılır. Son yapışta kurşun evin kapısının eşiğine dökülür.

  1. Üzerlik tüttürmek

Üzerlik bir bitki türüdür. Yaş iken toplanır ve evlerde duvara asılarak kurutulur. Üzerlik demir bir kap üzerine konur. Üzerliğin üstüne de şeker, tuz ve yedi tane direkten yedi tane gamga konur. Gamga küçük odun parçasına denir. Hepsi yerleştirildikten sonra yakılır ve nazar değdiği düşünülen kişi çıkan dumanın üzerinde durur. Buna da “üzerlik tüttürmek” denir.




BÖLÜM 9


TARIM ALET ve ARAÇLARI


Köyde eskiye nazaran modern tarım alet ve araçları kullanılmaya başlanmıştır. Ancak günümüzde kullanılan modern tarım aletlerinin bir kısmı köyün coğrafi şartlarından dolayı kullanılamamaktadır. Mesela Holder adlı tarım aleti, ekin içerisinde bulunan zararlı otların yok edilmesi için ilaçlama yapar; ancak tarlaların düz zemin üzerinde olmaması nedeniyle bu alet kullanılamamaktadır. Bunun gibi birçok tarımsal alet Karabalçık Köyünün dağlık bir bölgede kurulması nedeniyle kullanılamamaktadır. Fır fır (Gübre atma aleti), ot balyalama makinası, rotatil (Kalıp haldeki toprağı parçalayan alet) bu aletlere örnek verilebilir. Şu unutulmamalıdır ki gün geçtikçe tarımsal alanda modern tarım alet ve araçları köyün şartlarına uygun olduğu sürece kullanılmaya devam edilecektir.

Tarlalar eskiden hayvan gücüyle sürülürken günümüzde traktörün arkasına pulluk bağlanarak sürülür. Bu şekilde toprak alt üst edilerek havalandırılmış olur. Daha sonra ızgara denilen bir aletle tohum, toprağa karıştırılır. Izgara demirden yapılmış 9–10–11–12 ayaklı olarak çeşitleri bulunan bir tarım aletidir. Izgara, tapan adı verilen bir aletin önüne takılır. Tapan, tohumlar toprağa karıştıktan sonra toprağı düzleştirir.

Tarlada olgunlaşan ekinler biçileceği zamanda farklı araçlar kullanılır. Kullanıla araçlar ise şunlardır:

Anadut: Anadut uç kısmı demirden yapılmış, üç dallı ve dalların uçları üçgen oluşturacak şekilde olan, sapı tahta bir tarım aletidir. Anadut, dirgen gibi tarlada biçilen ekinleri toplamada kullanılır. Anadutun, dirgenden farkı daha fazla ekin toplayabilmesidir.

Resim 30: Tarım Aletleri ( Anadut )

Dirgen: Tarlada ekinler biçildikten sonra kuruması için bekletilir. Daha sonra kuruyan ekinler tarlada üst üste toplanarak biriktirilir. Dirgen tarladaki ekinleri toplarken ve traktöre yüklerken kullanılan ve üç dallı olan bir tarım aletidir.

Resim 31: Tarım Aletleri ( Dirgen )

Orak: Tırpana benzeyen; ancak tırpandan daha küçük bir tarım aletidir. Orağın sapı kısadır ve tırpandaki gibi elceği yoktur. Orak günümüzde artık kullanılmamaktadır. Orağın kullanılmamasının en önemli sebebi yavaş ve yorucu bir araç olmasıdır.

Resim 32: Tarım Aletleri (Orak )

Patoz: Harmanda çalışan motorlu bir taşıttır. Patoz otu ya da ekini ezip saman yapar. Arpa ve buğday gibi ürünlerin tanesini ve samanını birbirinden ayırır.

Resim 33: Tarım Aletleri ( Patoz Makinesi)

Tırpan: Saplı, keskin bıçaklı ve bıçağı eğri biçimde olan bir tarım aletidir. Tırpanı kullanırken, tırpanı tutmaya yarayan sap kısmındaki odun parçasına “elcek” denir.

Resim 34: Tarım Aletleri ( Tırpan)

Tırmık: Tırmık, tarladaki ekinler dirgen ve anadut yardımıyla toplandıktan sonra yerde kalan ekin parçalarını toplamakta kullanılır.

Resim 35: Tarım Aletleri ( Tırmık)

Yaba: Yaba, dirgenin büyüğüdür ve tahtadan yapılır. Ekinler patozla saman haline getirildikten sonra yaba ile samanın konulacağı yere atmada kullanılır.


Resim 36: Tarım Aletleri ( Yaba)

BÖLÜM 10


HALK MUTFAĞI


Karabalçık köyünde yapılan yemeklerde yetiştirilen tarımsal ürünler, bahçedeki sebzeler ve yöredeki bazı bitkiler belirleyici bir özelliğe sahiptir. Köyde yemeklerde baharat kullanımı yaygın değildir. Genellikle pul biber, tuz, nane kullanılmaktadır.  

Köyde yapılan yemekler şunlardır:

Çorbalar: Köyde çorbaya “helle/herle” denilmektedir. Köyde yapılan çorbalar:

  • Mercimek Çorbası

  • Patates Çorbası

  • Çıtlak Hellesi

  • Pancar (lahana) Hellesi

  • Yemlik Hellesi

  • Tarhana Çorbası

  • Ayran (katık) Hellesi  

  • Üzümlü Çorba

  • Şehriye Çorbası

  • Fasulye Çorbası

  • Nohut Çorbasıdır.

Köyde pişirilen yemeklerin yapılışı şu şekildedir:

Çıtlak Hellesi: Bu yemeğin yapımında bulgur, yağ, un, su kullanılır. Bir tencerede su kaynatılır. Başka bir tabak içine bulgur konulur ve su ile ıslatılır. Başka bir kap içinde veya bir tavada hellesi çalınır. Hele çalmak demek bir kaşık un ile su karıştırılması demektir. Hele çalındıktan sonra kaynayan suya eklenir. Bir tavada yağ eritilip yakılır, içine bulgur konur ve kızarıncaya kadar beklenir. Bulgurun yağda kızartılmış bu haline “çıtlak” denilir. Çıtlak (kızartılmış bulgur)  kaynayan su içine konur ve karıştırılır. Bir süre beklenir ve yemek hazır olur.

Pancar Hellesi: Köyde bostanlarda pancar yetiştirilmektedir; ayrıca köyde lahana içinde pancar  denilmektedir. Bu yemek şu şekilde yapılır:

Bir tencereye su ile yarma konulur ve ateşte kaynatılır. Lahana küçük küçük doğranır ve kaynayan tencereye konulur. Bir başka kaba un ile su konularak hellesi oluşturulur. Tavada yağ eritilir. Yağda soğan ve salça kızartılır. Kızartılan yağ tencereye dökülür. Daha sonra tencere kısa bir süre ateşte bekletilir. Bu şekilde yemek hazır olur.

Mercimek Hellesi: Bir kapta mercimek yıkanır ve süzülür. Bir tencereye su konulur ve ateşte kaynatılır. Yıkanan mercimek kaynayan su içine konulur ve karıştırılır. Başka bir tabakta yemeğin hellesi çalınır. Yani bir kaşık un ile su karıştırılır. Çalınan helle tencereye konularak karıştırılır. Daha sonra yemeğin yağı yakılır. Bir tabağın içine yağ konur ve eritilerek tencereye konulur ve biraz karıştırılır.

Üzümlü Çorba: Üzümlü çorba yapılırken yaklaşık on - on iki çeşit yiyecek kullanılır. Bu yiyecekler arasında ceviz, fındık, kayısı, siyah (kara) üzüm, sarı üzüm (çiğitsiz-çekirdeksiz üzüm), badem, buğday tanesi/denesi, nohut, fasulye, karanfil ve mısır sayılabilir. Bir tencere ile su kaynatılır. Bu yiyeceklerden ilk olarak buğday denesi pişirilir. Sonra tencerede kaynayan suya fasulye konulur ve bir müddet pişirilir. Fasulyeden sonra tencereye mısır konulur. Eğer çorba içine mısır konulacaksa mısır akşamdan kaynatılır. Mısırdan sonra tencereye üzüm çeşitleri, üzüm çeşitlerinden sonra da ceviz, fındık konulur. İsteğe bağlı olarak badem, kayısı ve incir de konulabilir. Üzümlü çorba yaklaşık on saat kadar pişirilir. Bu yemek genellikle Muharrem ayında pişirilir. Pişirilen yemeğin de on iki eve dağıtılması adettir.

Yemlik Süzmesi (Haşlaması): Yemlik sulak yerlerde yetişen ve yenilebilen yeşil bir bitkidir. Tarlalardan toplanan yemlik, içindeki yabancı otlardan ayıklanır ve bıçakla küçük küçük kesilir. Daha sonra yıkanır. Bir tencerede su kaynatılır. Kaynayan suyun içine doğranmış ve yıkanmış olan yemlik konur ve bir müddet pişirilir. Tencereye daha sonra bulgur da konularak pişirilmeye devam edilir. Yemlik ve bulgur tencerede pişirildikten sonra ilistirde süzülür.  Yağda soğan, biber, salça ile birlikte kavrularak yenilir.

Pohut Karması: Bulgur temizlenir ve sacda kavrulur. Bulgur iyice kızardıktan sonra soğuması için bir süre beklenir. Soğuduktan sonra bulgur taş değirmende çekilir. Bu sayede bulgur taneleri iyice incelmiş olur. Bulguru çekme işlemi, bulgur iyice ufalanıncaya kadar devam eder. Bulgurun bu haline “pohut” denir. Bir tencere ile ocağa su konur ve kaynatılır. Kaynayan suyun içine pohut konur, tuzu atılır ve iyice karıştırılır. Pohut koyulaşıncaya kadar pişirilir. Pişirildikten sonra pohut tabaklara konulur ve tavada yakılan tereyağı tabaklardaki pohutun üzerine dökülür ve yenir.

Kuş–Kuş: Un küçük gözenekli elek ile elenir. Bir kapta suyun içine tuz ve yumurta atılarak karıştırılır. Bir başka tabakta da suyun içine bulgur konulur. Bulgur ıslanır. Daha sonra büyük bir leğen alınır ve içine ilk olarak suda ıslanan bulgur konulur. Bulgurun üzerine de un serpiştirilir. Bir kaşık yumurtalı su, leğen içine konularak avuç içi ile soldan sağa veya sağdan sola doğru çevrilir. Bu işlem sonunda bulgur ile un birleşir yuvarlak yuvarlak olur. Yumurta burada yapıştırıcı görevi görür. Bulgur, un ve yumurtadan oluşan bu besin maddesine “kuş kuş” denir. Yapılan kuş kuş elekle elenerek kurutulur. Daha sonra da makarna gibi pişirilerek yenir.

Sebze Yemekleri: Köyde sebze yemeği olarak genellikle türlü yapılmaktadır. Türlü içerisinde domates, fasulye, biber, patates, patlıcan gibi sebzeler kullanılır.

Köyde yapılan bazı yemeklerde de sebze kullanılmaktadır.

Balık Yemekleri: Köyde balığı sadece kızartması yapılmaktadır. Kızartma işi sobada ya da ocakta yapılır. İlk olarak balık temizlenir, suyla yıkanır. Daha sonra temizlenen balık una bulanır. Bir tepsiye veya tavaya yağ konur ve ateşte bir süre kızdırılır. Una bulanmış balıklar tepsiye veya tavaya dizilir. Bir süre pişirilerek biraz tuz atılır. Balıklar soba ya da ocakta 15–20 dakika kızartılır ve yenir.

Turşular:

Köyde yapılan turşular:

  • Dal turşusu

  • Pezik turşusu

  • Lahana turşusudur.

Dal turşusu şu şekilde yapılır:

Genişçe bir kazana su konulur ve altına ateş yakılarak kaynatılır. Şeker pancarının, kökü dallarından, dalları yeşil yapraklarından ayrılır, suda yıkanıp temizlenir ve kazanda kaynayan suyun içerisine atılır. Dallar kıvamına gelinceye kadar yani yumuşayıncaya kadar kaynatılır. Dallar yumuşayınca turşu bidonlarına konulur. Bidona turşu için hazırlanan tuz, biber, sarımsak ve sirkeden oluşan karışım konulur. Bidonun ağzı kapatılır. Kış için bekletilir.

Tatlılar: Köyde yaygın olarak sütlaç ve kek yapılmaktadır. Baklava ve hurma (Halburabastı veya Elek Tatlısı) köyde genellikle bayramlarda yapılan tatlılardandır. Yapılan tatlılardan kek, şu şekilde yapılır:

Genişçe bir kabın içerisine dört-beş tane yumurta kırılır. Şeker, yoğurt ve sıvı yağ da kabın içerisine yeteri miktarda konarak hamur kıvamına gelinceye kadar karıştırılır. Hamur olunca da tepsiye yayılarak sobada pişirilir. Piştikten sonra kare şeklinde kesilerek servis yapılır.





BÖLÜM 11


SONA ERMEK ÜZERE OLAN MESLEKLER


Karabalçık köyünde günümüzde sürdürülen meslekler yok denecek kadar azdır. Bunun sebepleri olarak;

  • Yetişmiş genç nüfusun köyden göçmesi

  • Yetişen genç nüfusun köydeki mesleklere ilgisiz olması

  • Köyde yapılan mesleklerin işlerliğini yitirmesi sayılabilir.

Köyde icra edilen meslekler de genellikle el becerisi olarak ve ihtiyacı karşılamak için yapılan mesleklerdir. Köyde herhangi bir meslek grubuna ait bir dükkân veya iş yeri yoktur. Şu an köyde varlığını sürdüren mesleklerin şunlardır:

  • Marangozluk (Ağaç İşleri Ustalığı)

  • Taş Ustalığı

  • Dokumacılıktır.

Köyde geçmişte yapılan meslekleri şöyle sıralayabiliriz:

Ayakkabıcılık: Bu meslek köyde biten mesleklerdendir. Eskiden köyde erkekler çarık giyerlermiş. Günümüzde çarık artık kullanılmamaktadır. Çarığın yerini ayakkabı almıştır. Çarık ayak kokusunu alan bir giysidir. Öküz derisinden yapılır. Öküzün derisi alınır. Daha sonra deri, dikdörtgen şeklinde kesilir. Ağaçlardan çatallı olarak bir araç yapılır. Derinin ucu (burnu) üçgen olacak şekilde dikilir. Daha sonra önden başlanarak arkaya doğru delik delinerek dikilir. Bu delikler ayakların hava almasını sağladığı için ayak kokusunu da önlemektedir.

Davulculuk–Zurnacılık: Davulculuk-zurnacılık mesleği köyde sona eren mesleklerdendir. Köyde yapılan düğünlerde ihtiyaç duyulan davulcu ve zurnacı ihtiyacı çevre köylerden ya da Sivas’ tan karşılanmaktadır.

Değirmencilik: Değirmencilik mesleği köyde yapılmayan, sona ermiş mesleklerdendir. Bu meslek yakın bir geçmişte sona ermiştir. Köy halkının değirmen ihtiyacını Sivas’ taki değirmenler karşılamaktadır. Eskiden köyde su değirmenleri var iken bu değirmenler yakın bir tarihte yıkılmıştır.

Demircilik (Körükçülük): Demircilik mesleği köyde yapılmamaktadır. İhtiyaç Sivas’ tan karşılanmaktadır.  

Dokumacılık: Dokumacılık mesleği köyde bitmek üzere olan bir meslektir. Köyde kilim, dastar, cecim dokuması yapılırken, çorap örülmektedir. Kilim dokuması köyde azalmıştır. Bunun sebebi olarak, halının kilimin yerin alması, kilim dokuyanların büyük şehirlere göç etmesi ve yeni neslin kilim dokumaya ilgisiz olması gösterilebilir. Kilim, halıya göre çok dayanıklıdır. Dastar, cecim dokuması ve çorap örülmesi günümüzde iyice azalmıştır.

Fırıncılık: Köyde fırıncılık mesleği yapılmamıştır. Çünkü fırın ihtiyacı ekmeklik ve evlerde bulunan ocaklardan karşılanmıştır. Eskiden evler yapılırken, ev içine ocakta yapılırmış. Bu uygulama yeni yapılan betonarme evlerde halen devam etmektedir.  

Marangozluk: Köyde meslek olarak marangozluk yapan kişi sayısı bir iki kişidir. Bu kişiler genellikle ağaç ustası olarak ev yapımı ve ufak tamir işlerinde çalışırlar. Köy halkı malzeme ihtiyacını Sivas’ tan karşılamaktadır ve genellikle kendi işini kendisi yapmaktadır.

Semercilik: Semercilik mesleği de artık köyde yapılmamaktadır. Köy halkı hayvanları için gerekli olan semeri Sivas veya Tokat’ tan karşılamaktadır.

Taş Ustalığı: Köyde taş ustalığı mesleğini yapan kişi sayısı çok azdır. Bu meslek de sona ermek üzeredir. Günümüzdeki evler eskisi gibi taştan değil tuğla ya da kiremitten yapılmaktadır.

Terzilik: Köyde unutulan mesleklerden biri de terziliktir. Evde dikiş makinesi olanlar kendi işlerini, kendileri yapmaktadır. Fakat meslek olarak köyde terzilik yapan yoktur. Yayıkçılık: Köyde yayıkçılık mesleği sona ermiştir. Elektrikli yayıklar köy halkı tarafından yaygın bir şekilde kullanılarak ihtiyaç karşılanmaktadır.



Köyde yapılmayan mesleklerden bazıları da şunlardır; Küpçülük, Sobacılık, Yorgancılık, Bakırcılık–Kalaycılık, Hızarcılık, Sandıkçılıktır.




BÖLÜM 12


KÖY İŞLERİ ve GEÇİM


Köyde geçim tarım ve hayvancılıkla sağlanmaktadır. Son yıllarda köyden büyük şehirlere göç edilmektedir. Göç edilen şehirlerin başında İstanbul ve Ankara gelmektedir. Göçün başlıca nedeni ise işsizliktir. Tarlalardan fazla gelir elde edilememesi halkı göçe mecbur etmiştir. Köyde büyüyen gençler asker dönüşü iş bulmak amacıyla köyden büyük şehirlere göç ederler. Bu nedenledir ki yeni yetişen neslin köye karşı ilgisi azalmıştır. İl dışına göç edenler de özel sektörde buldukları işlerde çalışmakta ve tatillerde köylerine ziyarete gelmektedirler.

Köyde tarlalar ekim, kasım ve mart aylarında ekilmektedir. Toprağa sonbaharda - ekim ve kasım aylarında - buğday ekilirken, ilkbaharda - genellikle mart ayında - fiğ ve arpa ekilmektedir. Bunların dışında az miktarda yulaf ve çavdar da yörede ekilen tarım ürünlerindendir.

Köy halkı yazın ot, fiğ, arpa, buğday biçerler ve hayvanların kış yiyeceklerini hazırlarlar.

Olgunlaşan tarım ürünleri temmuz ayının sonu ile ağustos ayının başında biçilir. Biçilen bitkiler tarlada kurumaya bırakılır ve kuruduktan sonra toplanır. Toplandıkları yere “harman” denilir. Burada bitkiler saman haline getirilerek samanlığa taşınır. Bu işlem patoz adı verilen araçla yapılır.

Toprak ekilmeden önce traktörlerle sürülür. Köyde buna “herk etmek” de denir. Toprak herk edilerek havalandırılır. Genellikle herk işine mayıs ayında başlanır ve haziran içerisinde bitirilir. Daha sonra toprağa tohumlar ızgara denilen bir aletle ekilir. Izgara traktörün arkasına takılır ve tohumu toprağa karıştırır.

Eskiden tarlalar öküzlerle sürülürmüş. Buna köyde “çift sürmek” denilmektedir. Çift sürme işi ile toprak havalandırılır yani herk edilir ve daha sonra tohum ekilir. Eskiden çift sürme işi şu şekilde yapılırmış:

Tarlalardaki ekinler biçilirmiş ve orada kurumaya bırakılırmış. Daha sonra kurutulan ekinler harmana getirilip burada biriktirilirmiş. Harmanda ekinler yere serilirmiş. Öküze veya eşeğe, altında çakmak taşı çakılı olan düz bir tahta bağlanırmış. Daha sonra tahta üzerine biri çıkıp öküzü ya da eşeği yönlendirerek, harmandaki kuru ekinin üzerinde gezermiş. Bunu yapmadaki amaç ekinin ya da otun parçalanmasıymış. Bu işi günümüzde patoz adı verilen araçla yapılmaktadır. Patoz ekinleri saman haline getiren bir araçtır.

Köyde genellikle büyük baş hayvancılık yapılmaktadır. Koyun, kuzu gibi küçükbaş hayvanların sayısı yok denecek kadar azdır. Hayvanların etinden, sütünden yararlanılmaktadır. Hayvanların sütünden yoğurt, peynir ve çökelek yapılmaktadır.

Yazın hayvanlar yeşil alanlarda otlatılırken kışın tarlalardaki ekinlerden elde edilen saman ile beslenirler. Köyde büyükbaş hayvanların yaz aylarındaki otlatılma işi imece usulü ile yapılmaktadır. Büyükbaş hayvanı bulunan aileler sıra ile köyün bütün büyükbaş hayvanlarını sabahtan akşama kadar otlatır. Böylece ayrı bir çoban tutma sorunu da ortadan kalkar.




BÖLÜM 13


KIŞ HAZIRLIKLARI


Köyde kış için yapılan hazırlıklar çeşitlidir. Bunlar;

  • Sebzelerin kurutulması

  • Hamur kesilmesi

  • Madımak kurutulması

  • Kuşburnu reçeli yapılması

  • Un hazırlığı

  • Peynir yapılması

  • Çökelek yapılması

  • Pesküdan yapılmasıdır.

Sebze Kurutması: Biber, patlıcan ve fasulye kış için kurutulan sebzelerdendir. Patlıcan ve biber temizlenerek iğne ile iplere dizilir. Kuruması için güneş gören bir yere takılır. Fasulye ise küçük küçük kesilerek sıcak bir yere, bir örtü üzerine serilerek kurutulur.

Hamur Kesilmesi: Un elenir. Bir kap içinde suya yumurta kırılır ve biraz tuz atılır. Daha sonra bu kaba un konulur ve yoğrulur. Yoğurma işi hamur koyu bir kıvama gelinceye kadar yapılır. Hamur koyu bir kıvama geldiğinde yumak haline getirilir. Sonra yapılan yumaklar oklava ile inceltilerek tahta üzerinde açılır yani genişletilir. Genişçe açılan yumaklar dastar üzerine yerleştirilir ve bir saat kadar beklenir. Yumakların yapışmamaları için aralarına un serpilir. Bir saat sonunda açılan yumaklar üst üste dizilir. İlk olarak yuvarlak açılan yumaklar uzunlamasına kesilir. Sonra da uzunlamasına kesilen hamur ince ince kesilir. Kesilen hamurlardaki unu almak için, halburda elenir. Hamur kurutularak kış için hazırlanır.

Madımak Kurutması: Genellikle nisan ve mayıs aylarında madımak, yeşillik alanlardan toplanır. Daha sonra kökü ve yabancı otlar ayıklanarak temizlenir, yıkanıp bıçakla doğranır. Küçük parçalara ayrılan madımak torbaya konularak sıcak bir yere asılır ve kurutulur. Kışın, kurutulan madımak yıkanır, haşlanır ve pişirilir.

Madımak kurutularak yendiği gibi yaş olarak da (toplandığı şekliyle) yenilebilmektedir.

Kuşburnu Reçeli: Kuşburnu sonbaharda ağaçlardan toplanır ve içindeki ot, taş vb. pisliklerden temizlenir. Sıcak bir yerde, bir örtü üzerine serilerek kurutulur. Reçel yapmak için kurutulan kuşburnu yıkanır ve büyükçe bir tencerede kaynatılır. Daha sonra kuşburnu ilistirde süzülür ve iyice ezilir. Ezildikten sonra kuşburnu elekten geçirilir. Şeker atılıp ocakta bir müddet daha kaynatılır. Kuşburnu kaynadıkça koyulaşır. Daha sonra soğutulup bidonlara konulur ve yenilir.

Resim 37: Kuşburnu Ağacı

Un - Bulgur: Ekinler tarladan biçilir ve kuruması için bir süre tarlada bekletilir. Ekinler kurutulduktan sonra harmanda toplanır. Patozla buğday taneleri ile saman birbirinden ayrılır. Ayrılan buğday taneleri bir ırmakta (ya da evde su ile) yıkanır. Yıkanan bu taneler tekrar harmana getirilir. Harmanda kazanlar kurulur, ateşler yakılır. Kazanlarda su kaynatılır ve buğday taneleri kazana konularak birkaç saat kaynatılır.

Buğday ayıklanarak içindeki taş ve pislikler temizlenir. Daha sonra buğday kazanda kaynatıldıktan sonra selelerle çıkartılarak çulların üzerine serilir ve kurutulur. Buğdayın bu haline “Hedik” denir. Hedik değirmende öğütülür. Öğütüldükten sonra rüzgârda savrulur. Daha sonra halburda elenir. Temizlenen buğday değirmende çekilir. Elekle elenir. Bu sayede ince ve kalın bulgur taneleri birbirinden ayrılır. Buğdayın değirmende çekildikten sonra ince olan haline “düğü”, kalın olan haline de “bulgur” denir. Böylece kış için hazırlanmış olur.



Resim 38: Kaynatılan Buğday Kurutulurken

Peynir: Bir helkiye süt sağılır. Sütün içindeki pislikleri temizlemek için bir başka helkiye beyaz tülbentle süt süzülür. Sütün yüzeyindeki yağ alınır ve süt ateşte biraz pişirilir. İçine maya atılır ve bir saat kadar beklenir. Daha sonra ateşte kısa bir süre daha kaynatılır. Süt ocaktan indirildikten sonra hemen telis torbalara konularak suyu süzülür. Telis torba da sıcak suya konulur ve bir gün bekletilir. Torbada kalıp tutan peynir, torbadan çıkartılarak bıçakla kesilir ve tuzlanarak bidonlara basılır. Bidonlara basılan peynir suyu akması için toprağa ters çevrilir.

Resim 39: Peynirler Bidonlara Basılıp Ters Çevrilerek Bekletilirken

Çökelek: Çökelek ekşimiş sütten yapılır. Ekşimiş süt yayıkta yayılır. Böylece ekşimiş sütün yağı ile ayranı birbirinden ayrılır. Daha sonra çıkarılan ayran ateşte bir süre kaynatılır. Kaynatıldıktan sonra ocaktan indirilir ve soğutulur. Sonra telis torbaya konulur ve suyu süzülür. Böylelikle çökelek yapılmış olur.

Çökelek ayrandan yapıldığı için yuvarlak yuvarlaktır. Peynir gibi birbirine yapışmaz ve kalıp halinde olmaz.

Pesküdan: Pesküdan da ayrandan yapılır. Öncelikle ayrana tuz atılır ve ayran bir kazanda biriktirilir. Sonra ocakta bir iki saat kadar kaynatılır. Ayran ocaktan indirilip soğutulur ve torbaya konularak suyu süzülür ve pesküdan elde edilir.







BÖLÜM 14


KÖY SEYİRLİK OYUNLARI


Köy seyirlik oyunlarına “saya” denilmektedir. Köy seyirlik oyunları her yıl aynı tarihte oynanır ve bu tarih her yıl koç ayından sonradır. Koç ayı, koç ve koyunların üreme zamanından yüz gün sonra koyunların yünlerinin yüzümünün/kırkımının yapıldığı aydır.

Köy seyirlik oyunlarında farklı oyuncu karekterleri bulunmaktadır. Bu karakterler Arap, Gelin, Şişman, Tilki ve Tavşan’dır.

Bir erkek yüzünü siyaha boyar, fes giyer, kelek takar ve Arap kılığına girer. Başka bir erkek de üç peşli yani yöresel kadın kıyafetleri giyerek gelin olur. Tavşan ve tilkiyi çocuklar oynarlar. Onların da yüzleri boya ile boyanarak bıyık takılır.

Saya oyununda, saya kâhyası vardır. Oyunu saya kâhyası oynatır. Oyun saya kâhyasının oyunu oynatacağı yeri teslim almasıyla başlar. Saya kâhyası oyunu oynatacağı alanı köy halkından teslim alır.

Saya kâhyası köy halkına:

— “Burayı bana veriyor musunuz?” diye sorar.

Köy halkı da saya kâhyasına:

— “Burayı ne yapacaksın?” diye sorarlar. Köy halkının amacı saya kâhyasına zorluk çıkartmaktır.

Saya kâhyası:

— “Buradan kervan gelip kervan geçecek.” der.

Köy halkı da saya kâhyasının işini zorlaştırmak için ona:

— “Nereden geldin, necisin?” diye sorarlar ve devam ederler.

— “Hüviyetini ispat et görelim. Asya’ dan mı geldin, Avrupa’ dan mı? Buraya nasıl uğradın.”

Saya kâhyası anlatır:

— “Ben fakir bir insanım. Bektaşi sülalesinden biriyim, sizden isteğim bana şuradan bir yer vermenizdir.” der.

Bu şekilde saya kâhyası oyun meydanını halktan devralır. Saya kâhyası oyunu başlatmadan önce oyunun oynanacağı alanı açar. Bu alanda oyun oynanır.

Oyun alanına ilk olarak Arap gelir. Arap, saya kâhyasına ve oyunu izleyen izleyicilere sataşır. Arap’ tan sonra Şişman gelir. Arap ile Şişman birbirlerine sataşırlar ve insanları güldürürler.

Sonra gelin gelir. Arap, Şişman ve Gelin meydanda oyun oynarlar. Onlar oyun oynarken köy aşığı saz çalar, türkü söyler.

Arap, kâhyaya:

— “Bana bir gelin bul.” der.

Eğer kâhya “Yok bulmuyorum.” derse; Arap, kâhyayı döver. Tavşan ve tilkilerde oyun alanında birbirlerine sataşarak, oradan oraya koşuşurlar ve birbirleriyle kavga ederler.

Köy seyirlik oyunu oynanırken yemek yapılır ve oyunun sonunda yemek yenir.

Resim 40: Köy Seyirlik Oyununda Oynayan Oyuncular

Arap (Solda), Gelin (Ortada)

Resim 41: Köy Seyirlik Oyununda Oynayan Oyuncu ( Tavşan )

BÖLÜM 15


İSKÂNLA İLGİLİ BİLGİLER


Karabalçık köyü, dağın eteğinde, iki derenin çatalına kurulmuş bir köydür. Köyün kurulduğu alanda toprak verimli değildir. Köyde yeteri kadar su mevcuttur.

Köyde ormanlık alan mevcut değildir. Eskiden köyün üst kesiminde bir ormanın var olduğu anlatılmaktadır. Bu ormandaki ağaçlar şimdiki yere göçünce ev yapımında kullanmak üzere kesilmiştir.

Sivas ilinin kuzeydoğusunda bulunan köy Soğuk Çermik istikametinde bulunmaktadır. Köyün kurulduğu bölge kırsal bir alandır ve dağlıktır. Düz arazi fazla değildir. Sivas ile köy arasındaki güzergâh üzerinde bulunan yerleşim birimleri; Beypınarı, Soğuk Çermik, Kızılca köy, Tokuş köyü, Mermer köyü,  Çatalkaya (Mazan) köyü ve Harmanyeri’ dir.

Karabalçık köyünün çevresinde birçok köy bulunmaktadır. Köyün doğusunda Beğdün (Beydili) köyü, Uzamış köyü, Keklicek köyü, batısında Ovacık köyü, Alahacı köyü, güneyinde Çatalkaya (Mazan) köyü, Mermer köyü, kuzeyinde Asarcık köyü ve Kızılalan köyü vardır. Bu köyler içerisinde toprağı en fazla olan köy, Karabalçık köyüdür. Köyde, köy okulu ve sağlık ocağı dışındaki alanlar köy halkına aittir. Karabalçık köyü, Sivas’ a yaklaşık otuz dokuz kilometre uzaklıktadır. Eskiden Hafik’e bağlı olan Karabalçık köyü son 30 yıldır Sivas iline bağlı bir köydür.

Köyün Sivas iline uzaklığı 45 km’ dir. Köyde 1 sağlık ocağı, 1 ilköğretim okulu bulunmaktadır. Köyün nüfusu yaklaşık 210 kişi civarındadır.  


Resim 42: Karabalçık Köyü Genel Görünüm


Resim 43: Karabalçık Köyü Genel Görünüm

Resim 44: Karabalçık Köyü Girişinden Bir Görünüm

Resim 45: Karabalçık Köyü İlköğretim Okulu

Resim 46: Karabalçık Köyü İlköğretim Okulu

Resim 47: Karabalçık Köyü İlköğretim Okulu

Resim 48: Karabalçık Köyü İlköğretim Okulu




Resim 49 – 50: Karabalçık Köyü Sağlık Ocağı


Resim 51: Karabalçık Köyü Sağlık Ocağı Lojmanlar



Resim 52 – 53: Su Tulumbası




Resim 54: Su Tulumbası


Resim 55: Tulumbadan Su Akarken




Resim 56: Su Kürünü


Resim 57 – 58: Karabalçık Köyünde Bulunan 1970 Yılında Yapılmış Ayşe İsimli Çeşme


Resim 59 – 60: Köy Meydanında Bulunan Soku

Resim 61: Geçmişte Ot Taşımak İçin Kullanılan Kağnı


          

Resim 62: Köyden Manzaralar

Resim 63: Köyden Manzaralar

      

     

Resim 64 – 65: Köyden Manzaralar


Resim 66 – 67: Köyden Manzaralar

Resim 68 – 69: Köyden Manzaralar

BÖLÜM 16


YÖREDE ANLATILAN

EFSANELER


Tarih, toplum ve doğa olaylarının olağanüstü ve akıl dışı açıklama ve yorumlarla anlatıldığı hikâyelere efsane (mit) denir. Efsaneler, halkın hayalinden doğarak gelişen hikâyelerdir.

Efsaneler masala yakın özellikler taşır. Ancak masalların sonu tatlı bir sonla bitmesine rağmen efsanelerde bu özellikler söz konusu değildir. Efsaneler, masallar, destanlar gibi halkın malı olan ürünleridir. Efsaneler, aklın değil, gönlün ve duygunun yarattığı mistik ürünlerdir.

Efsaneler halkın duygu ve düşüncelerini anlamamızda bize yol gösterirler. Karabalçık köyünde de anlatılan efsaneler bulunmaktadır. Bu efsaneler şunlardır:

Çoban ve Kavalı: Köy halkı şu anki yerleşim yerine göç etmeden önce Yukarı Köy denilen yerde yaşıyorlarmış. Köylüler, geçimlerini tarım ve hayvancılıkla sürdürüyorlarmış.

Köy halkı ilk yerleşim yeri olan Yukarı köyde iken bir çoban Tat Yaylası denilen yerde koyun otlatıyormuş. Bu yer köye çok uzakmış. Çoban koyunları otlatırken eşkıyalar gelmiş ve çobanı sıkıştırmışlar.

Eşkıyalar çobana:

— “Koyunları biz alacağız.” demişler.

Çoban da eşkıyalara direnmiş; ancak başarılı olamamış. Çobanın bir kavalı varmış ve bu kavalı sihirliymiş. Çoban bu kavalı çaldığında müzik sesi, kelimelere dönüşürmüş.

Çoban eşkıyalara:

— “Ben bir kaval çalayım.” demiş.

Eşkıyalar çobanı engellemeye çalışmışlar. Fakat çoban bir yolunu bulmuş ve kavalını çalmış. Çobanın köyde bir nişanlısı varmış. Bu kız çobanın amcasının kızıymış ve ismi Meral imiş. Çoban kavalını çalmış ve kavalın sesiyle nişanlısı Meral’ e olanları haber vermiş.

Çoban kavalıyla:

Emmim kızı Meral Meral,

Koyun gitti, beri al beri al,

Ağ keçiyi dışladılar,

Ağ kancığı hoşladılar…

diye nişanlısına olanları anlatmış.

Meral bunları duyunca köylülere:  

— “Çobanı bağladılar, sürüyü eşkıyalar götürüyor.” demiş.

Bunun üzerine köylüler hemen toplanıp çobanın yardımına gitmişler. Çobanı ve koyunları eşkıyaların elinden kurtarmışlar.


Gelin Kayası: Gelin kayası Karabalçık köyü sınırları içerisinde bulunmamasına rağmen köyde anlatılan bir efsanedir. Gelin kayası Beydili köyü sınırlarındadır. Gelin kayasıyla ilgili üç farklı efsane anlatılmaktadır. Bu efsaneler şu şekildedir:

Gelin Kayası 1: Köyde bir gün düğün kurulmuş. Düğün alayı gelini evinden alıp, oğlan evine götürmek için gelin evine gitmiş. Oyunlar oynanmış ve gelin ata bindirilmiş. Gelin, oğlan evine götürülürken eşkıyalar düğün alayının yolunu kesmişler. Düğün alayını bir korku sarmış. Aynı korku gelinde de varmış. Çok korkan gelin, ellerini Allah’ ına açarak dua edip:

— “Allah’ ım, ya beni taş et ya beni kuş et, bunları görmeyeyim.” demiş ve gelin oracıkta taş kesilmiş. Köyün aşağısında bulunan bu taşa “gelin kayası” denilir.

Gelin Kayası 2: Köyde bir gün düğün kurulmuş. Söylentiye göre askerler düğün törenini basmışlar. Silahlar atıp, olaylar çıkartmışlar. Gelin silahlardan ve askerlerden çok korkmuş ve o an Allah’ a yalvararak:

— “Allah’ ım ya beni taş et ya da beni kuş et.” demiş. Gelin o anda oracıkta taş kesilmiş.

Gelin Kayası 3: Köyde bir kızı, Yahudi biri ile evlendirmek istemişler. Kız onunla evlenmeyi istemiyormuş. Gelini evden alıp gelin kayasının olduğu yerden götürürlerken gelin aciz kalmış ve Allah’ a ellerini açarak:

— “Ya beni taş et ya da beni kuş et.” diye dua etmiş. Bu duadan sonra, gelin ve düğün alayı oracıkta taş kesilmiş. Gelinin başını yıkmaya çalışmışlar fakat başaramamışlar.

BÖLÜM 17


ÇOCUK OYUNLARI


Oyun çocukların en temel ihtiyaçlarından biridir. Özellikle de ilköğretim çağındaki çocukların bedensel yönden gelişmesinde oyunlar çok önemli bir yere sahiptir. Oyunlar çocukların gelecek yaşamlarındaki kişilik özelliklerinin gelişmesine de katkıda bulunur.

Oyun, kişiliğin gelişimi süresince diğer insanlarla paylaşarak, taklit ederek gerçekleştirilen ve yaşamın temel dayanağı olan önemli bir etkinliktir. Oyun ortamları, çocukluktan başlayarak her yaştan insanın fırsat buldukça içinde olmaktan keyif aldığı ortamlardır.

Oyunun büyüleyici bir etkisi vardır. Oyun çocuğun hayal gücünü geliştirir, dil gelişimini sağlar, insanlar arasındaki etkileşimi artırır. Çocuğun kendi bedenini tanımasına yardımcı olur ve dikkatini toplamasını sağlar.

Karabalçık köyünde geçmişte oynanan oyunlar unutulmuştur. Günümüzde çocukların oynadığı oyunlar şunlardır:

Beş Taş: Bu oyun beş tane taş ile oynanır. Oyuna başlayan kişi yerdeki taşlardan birini eline alır. Yerde kalan taşları da elindeki taşı havaya atıp tutana kadar yerden almaya çalışır. Bunu yaparken ilk olarak bir taneyle başlar ve her defasında bunu bir arttırarak taşları yerden almaya çalışır. Hiçbir taşı düşürmeden aldığında bir kura/puan kazanır.

Can Kapmaç (Yakan Top): Bu bir top oyunudur. İki takım bulunur. Yazı tura atılarak veya sayışma yapılarak takımın biri ortaya geçer. Diğer takım kendi arasında iki gruba ayrılır. Grubun biri aşağıya, diğeri yukarıya geçer. Amaç ortadaki diğer takımın oyuncularını top ile vurmaktır. Vurdukları oyuncu, oyunun dışına çıkar. Atılan topu ortadakilerden biri havada iken tutarsa bir can kazanmış olur. Altı can alan oyuncu bir kura kazanmış olur. En son ortada kalan kişi on iki defa vurulmazsa o da bir kura almış olur. Ortadaki oyuncuların hepsi rakip takım tarafından vurulurlarsa takımlar yer değiştirir.

Çelik Çomak Oyunu: Geçmişte oynanan bir oyundur. Bu oyun sadece çocuklar tarafından değil gençler, yetişkinler tarafından da oynanmaktadır. Oyunda bir tane uzun, bir tane de kısa değnek (ağaç dalı) bulunur. Bunlardan uzun olan değneğe “Çelik”,  kısa olanına da “Çomak” denir. Çelik yaklaşık 1 m uzunlukta, çomak ise 20–30 cm uzunlukta olabilmektedir. Oyunda iki takım bulunur. Oyunun amacı atılan çomağı havada tutmak ya da tutamadığında taşlardan oluşan kaleye vurmaktır.

İki tane taş birbirlerine yaklaşık 20–30 cm kadar mesafe ara ile yerleştirilir. Kalede bulunan takım, çomağı taş üzerine yerleştirir. Daha sonra çeliğin uç kısmı ile çomağı havaya kaldırıp atabildiği kadar uzağa atmaya çalışır. Diğer takım ise atılan çomağı havada tutmaya çalışır. Eğer havada tutamazsa çomağın durduğu yerden kaleye yani çomağın yerleştirildiği taşlara vurmaya çalışır. Eğer vurursa çomağı atan oyuncu oyundan çıkar. Vuramadığında ise çomağı atan kişi çeliği kullanarak, çomağı çelik üzerinde saydırmaya çalışır. Bu sayede puan/can kazanır.

Çıt: Oyuncu sayısı ile ilgili bir kısıtlama bulunmamaktadır. Bir kişi ebe seçilir. Ebe diğerlerini kovalayarak onlara vurmaya çalışır. Ebenin vurduğu kişi yeni ebe olur. Oyuncular çıt dediğinde ebe onlara vuramaz. En son kalan kişi çıt derse ebe olur.


Dokuz Aylık: Bu oyun top ile oynanır. Oyuncu sayısı ile ilgili bir kısıtlama bulunmamaktadır. Bir kişi kaleye geçer. Kalede duran kişiye gol atılmaya çalışılır. Atılan her gol için bir sayı verilir. Sayılar 1–3–5–7–9 olarak tek sayılar halinde yükselir. Kaleci oyuncuların attığı topu havada tutarsa topa vuran oyuncu kaleye geçer. Kaledeki oyuncunun sayısı dokuz olunca kaledeki oyuncu oyundan çıkar ve yerine sayısı en fazla olan oyuncu geçer. Oyuncular birbirinden pas almadan gol atamaz. Topun gol olması için havadan gitmesi gerekir. Yerden vuran veya pas almadan gol atan kişi de kaleye geçer.

Dokuz Taş: Bu oyun top ile oynanır. Yere uzunca bir çizgi çizilir. Burasına “Kale” adı verilir. Kaleden birkaç adım (5–6 adım kadar) öteye dokuztaş üst üste dizilir. İki grup seçilir. Gruplardan biri birkaç adım öteye üst üste dizili dokuztaşı top atarak devirmeye çalışır. Her bir oyuncunun üç defa top atma hakkı vardır. Oyunculardan herhangi birisi taşları vurup devirdiğinde diğer takım topu alıp onları vurmaya çalışır. Oyuncular vurulmadan dokuztaşı yerine dizerse bir kura/puan kazanır.

Gödelek: Oyuncu sayısı ile ilgili bir kısıtlama bulunmamaktadır. Yere uzunca bir çizgi çizilir. Burasına “Kale” adı verilir. Kaleden birkaç adım (5–6 adım kadar) öteye küçük, yuvarlak bir taş konur. Daha sonra oyuncular aralarında sayışarak bir ebe seçerler. Oyuncular çizgiyi geçmeden ellerindeki yassı taşlarla küçük, yuvarlak taşı vurmaya çalışırlar. Vururlarsa ebe taşı yeniden yerine koymak zorundadır. Ebe taşı yerine koyuncaya kadar diğer oyuncular attıkları taşlarını almaya çalışırlar. Taşlarını ayaklarının üzerine koyup havaya atarlar ve taşı havada tutarlar. Bu şekilde olursa ebe onlara dokunamaz. Eğer oyuncu taşı havaya atıp tutamadığında ebe ona dokunursa, oyuncu ebe olur.

İp Atlamaç: İki kişi uzunca bir ipi tutar ve sallarlar. Diğerleri de ipten atlarlar. İpe dolaşan, atlayamayan oyuncu ipi sallar, ebe olur.

Otuz Bir Aylık: Bu oyun top ile oynanır. Oyuncu sayısı ile ilgili bir kısıtlama bulunmamaktadır. Bir kişi kaleye geçer. Kaleci havadan gelen topu tutarsa, topa vuran kişi kaleye geçer. Sayılar 3–10–21–31–50–81 olarak yükselir. Kaledeki oyuncunun sayısı seksen bir olunca kaledeki oyuncu oyundan çıkar ve yerine sayısı en fazla olan oyuncu geçer. Oyuncular birbirinden pas almadan gol atamaz. Topun gol olması için havadan gitmesi gerekir. Yerden vuran veya pas almadan gol atan kişi de kaleye geçer.

Renkli İstop: Bu oyun top ile oynanır. Oyuncu sayısı ile ilgili bir kısıtlama bulunmamaktadır. Çocuklar bir arada toplanırlar. Çocuklardan biri elindeki topu birinin ismini söyleyerek havaya atar. İsmi söylenen kişi o topu havada iken tutmaya çalışır. Topu havada tutamazsa bir tane renk söyler. Daha sonra arkadaşlarını topla kovalar. Kaçan oyuncular ebenin söylediği rengi bulmaya çalışır. O renkte bir şeyi tutan kişiyi ebe vuramaz. Ebe rengi tutamayan kişiyi vurduğunda o kişi ebe olur.

Renksiz İstop: Bu oyun topla oynanır. Oyuncu sayısı ile ilgili bir kısıtlama bulunmamaktadır. Çocuklar bir araya toplanırlar. Çocuklardan biri elindeki topu, arkadaşlarından birinin ismini söyleyerek havaya atar. İsmi söylenen kişi o topu tutmaya çalışır. Topu tutamazsa, topa dokunup istop demeye çalışır. O anda bütün oyuncular olduğu yerde kalırlar. Ebe topu eline alıp bir hedef seçer. Vurduğu kişi ebe olur. Vuramazsa oyuncular tekrar kaçarlar. Ebe topu tutup yine istop derse oyuncular tekrar oldukları yerde kalırlar. Oyun böylece sürer.

Saklambaç: Bu oyuna köyde “sinmeç” denilmektedir. Oyuncular bir araya toplanıp sayışırlar ve ebe seçerler. Ebe seçilen kişi gözünü kapatıp, bir duvara veya bir ağaca başını yaslayarak belirlenen sayıya kadar sayar. Bu esnada diğer oyuncular saklanırlar. Ebenin görevi saklanan arkadaşlarını bulmaktır. Ebe bir arkadaşını görüp sobelediği zaman, o kişi ebe olur. Eğer kimseyi sobeleyemezse ebe yine kendisi olur.

Sırttan Atlamaç (Birdir Bir): Oyuncular bir araya toplanarak aralarında sayışırlar. Bir ebe seçerler. Ebe elini diz kapaklarına koyarak eğilir. Diğer kişilerde onun üzerinden atlamaya çalışırlar. Oyuncular, birinci sıradaki kişinin yaptıklarını tekrarlamak zorundadırlar. Eğer yapmazlarsa yanarlar ve ebe olurlar. Oyun böyle devam eder.

Yerden Yüksek: Oyuncular bir araya toplanarak kendi aralarında sayışarak bir kişiyi ebe seçerler. Ebe diğer arkadaşlarına göre daha alçakta kalır. Diğer arkadaşları yüksekten inerek ebenin kendilerini kovalamalarını isterler. Eğer ebe yükseğe çıkamayan arkadaşına dokunursa o kişi ebe olur.

Yirmi Bir Aylık: Bu oyun top ile oynanır. Oyuncu sayısı ile ilgili bir kısıtlama bulunmamaktadır. Bir kişi kaleye geçer. Sayılar 1–2–3–5-...-21 olarak yükselir. Kaledeki kişinin sayısı yirmi bir olunca oyundan çıkar. Onun yerine sayısı en fazla olan oyuncu geçer. Oyuncular birbirinden pas almadan gol atamaz. Topun gol olması için havadan gitmesi gerekir. Yerden vuran veya pas almadan gol atan kişi kaleye geçer.

BÖLÜM 18


SONUÇ ve ÖNERİLER

Sonuç:

Halk kültürü bir ulusun bireylerinin ortak yaşayışı, ortak düşünüşüdür. Bu nedenle halk kültürü araştırmalarına gereken önem verilmelidir. Bu çalışmamda Karabalçık Köyünde yaşayan insanların kültürel değerlerini incelemeye çalıştım. Bu çalışmamın amacı yöre halkının geçmişteki yaşayışını, örf ve adetlerini, gelenek ve göreneklerini, yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini, kullandıkları tarım alet ve araçlarını, yöredeki meslekleri, anlatılan efsaneleri ve kullandıkları kelimeleri bir araya getirmekti. Bu çalışmadan da yararlanarak yeni yetişen genç kuşağın bu çalışmaları sürdürmesi kültürümüze sahip çıkılması noktasında büyük önem arz edecektir. Bu çalışmaların sayısının artması yeni yetişen kuşağın bilinçlenmesine de katkı sunacaktır. Yine bu çalışmalarla köyden, köy hayatından uzakta yaşayan insanlarımızın da kültürel değerlerimizi unutmamaları sağlanmış olacaktır.

Günümüzde kültürel değerlerimiz unutulmaya yüz tutmuştur. Bir milletin varlığının en önemli sebebi, sahip olduğu kültürüdür. Kültür milli birliğin ve beraberliğin sağlanmasını sağlar. Bu nedenle yeni nesillerde kültür bilincini oluşturmak gerekmektedir. Bu bilincin oluşmasında bize düşen görev atalarımızın bize aktardığı kültürü koruyarak yeni nesillere aktarmaktır.

Yaptığım bu çalışmamda Karabalçık köyü ile ilgili köyde yaşayan kişilerden sözlü olarak bilgiler edindim. Bu bilgiler konu başlıklarına göre ayrıldı. İşlenen konularda köyde yaşayan, bilgi sahibi kişilerin bilgi birikiminden yararlandım.

Bu araştırmamda yöre halkının kullandığı kelimelere ve yörede anlatılan efsanelere de yer verdim; çünkü bir toplumda kullanılan dil toplumda birliktelik sağlamanın anahtarıdır ve kültürün en önemli parçasıdır. Dil bir toplumun varlığını sürdürmesinde de en önemli öğedir. Efsanelerde çocukların manevi yönden gelişmelerine katkı sağlamaktadır.

Araştırma saham olan Karabalçık köyünde halk kültürü yavaş yavaş unutulmaya yüz tutmuştur. Yeni yetişen nesil geçmişi hakkında araştırma yapmamakta, geçmişini sorgulamamaktadır. Bunda teknolojik gelişmelerin etkisi büyüktür. Çünkü teknolojik gelişmeler insanlar arasındaki iletişimi azaltmıştır.

Karabalçık köyünün bir ferdi olarak temel amacım geleceğimizin garantisi olan yeni nesillere kültürel mirasımızı iyi bir şekilde aktarmaktır. Bunu azda olsa başarabildiysem bu beni mutlu edecektir.

Öneriler:

Belli bir coğrafya üzerinde yaşayan, ortak bir kültürel değere sahip olan insanların kültürlerini yeni kuşaklara aktarması gerekmektedir. Bunda eğitim önemli bir görevi üstlenmektedir. Eğitim, kültürün öğrenilmesini, anlaşılmasını kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlar. Eğitim programları, kültürün çocuklara ve gençlere aktarılmasını sağlayacak etkinlikleri içerecek şekilde düzenlenmelidir. Çağın yeni yöntemlerine açık, kendi kültürünü yorumlayacak insan yetiştirmek zorundayız. İnsan doğal, sosyal ve kültürel çevresiyle etkileşerek kültürü üretir.

Yeni kuşaklara kültürel değerleri aktarmak, onlarda bir kültür bilinci oluşturmak için halk kültürü araştırmalarına gereken önem verilmelidir. Yapılan araştırmalar televizyon programları ile görselleştirilmelidir. Bundan sonra yapılacak çalışmalarda görsel öğelere ağırlık verilmesi yapılan çalışmayı daha da etkin kılacaktır. Bu sayede daha çok insana kültürel özelliklerimiz aktarılmış olacaktır.

Yöreler hakkında yapılan çalışmaların derlenip toparlanması ve kitap haline getirilmesi, dergilerde yayımlanması bu araştırmaların daha çok insana ulaşmasını sağlayacaktır. Halk kültürü ve halk edebiyatı ürünleri kültürel değerlerin tanıtılmasında da çok önemlidir. Yapılan çalışmalarda anlatılan halk hikâyeleri, efsaneler, masallar, şiirler ve bunlar gibi halk edebiyatı ürünlerinin yazılı hale getirilmesi sonraki çalışmalara yol gösterecek önemli bir kaynak olacaktır.








BÖLÜM 19


YÖREYE ÖZGÜ KELİMELER

– SÖZLÜK–

Bu bölümde Karabalçık köyünde kullanılan, yöreye özgü kelimeler araştırılmıştır. Kullanılan kelimeler Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü ile karşılaştırılarak, Türkçe karşılığı olup olmadığı incelenmiştir. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde karşılığı olan kelimeler, anlamları ve Türkçe’ de kullanılış biçimleri mavi renkle; bu kelimelerin köyde kullanılan anlamı ise siyah renkle yazılmıştır.

-A-

Ağızlık: Sıvı maddeleri kaplara koymak kullanılan araç (huni)

Ağızlık

1. Bir ucuna sigara takılan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç:

"Kiraz, bilir miydi ki günün birinde tütün diye bir ot çıkacak ve insanlar bunu içmek için dallarını kesip kesip ağızlık yapacak?" R. H. Karay.

2. Nefesli çalgılarda ağza gelen yer.

3. Yemiş küfelerinin üzerine yapraklı dallarla yapılan kapak.

4. Kuyu bileziği.

5. Su tesisatında su alıp vermeye yarayan vanalı uç.

6. Hayvanın ısırmasına, zararlı bir şey yemesine engel olmak için ağzına takılan tel, deri gibi kafes.

7. Dokumacılıkta çözgünün açılıp kapandığı ve içinde mekiğin geçtiği yer.

8. Telefon vb. cihazlarda ağza yaklaştırılan bölüm.

9. Halk ağzında Bir şeyin başladığı yer.

10. Halk ağzında Huni

Ağu: Zehir

Ağulamak: Zehirlemek

Ağulanmak: Zehirlenmek


Aksamak: Topallamak

Aksamak

1. Hafif topallamak.

2. Bir iş gereği gibi yürümemek, geri kalmak (Mecaz anlam)  

Alaf: Hayvanların yedikleri yem

Aşurma: Bulgur kaynatmada kullanılan kazan


-B-

Bacılık: Kızlarda en yakın arkadaş

Bacılık

1. Bacı olma durumu.

Badal: Merdiven basamağı

Baydarlanma: Abartma

Abartma (İsim)

  1. Abartmak işi, abartı, mübalâğa.

Bıldır: Geçen sene

Binit: otomobil vb. gibi binek araç

Böget: Irmağın önünü kesen ağaçlardan oluşan yapı


-C-

Cavratmak: Yalvartmak

Cemek: Çift sürerken çite yapışan toprağı kazımak için kullanılan demir araç

Cerme: Para anlamında kullanılan kelime

Cılımbırt: Yumurtadan yapılan sulu yemek

Cinli: Çok sinirli, aşırı derecede sinirli olan


Ç-

Çalgı: Karamuk, sorgun gibi ağaçların dalarından yapılan süpürge

Çalgı (İsim)

  1. Müzik aleti, enstrüman.

  2. Çalgı çalma, müzik:

"Sokağın dibinde çalgı sesleri işiterek birkaç adım ilerledi."- P. Safa.

  3. Müzik topluluğu

"Çalgı, yerine geçmiş oturmuştu."- E. E. Talu.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Çalgı çalmak  

Birleşik Sözler

  • Çalgı aleti  

  • Çalgı çağanak

  • Çalgıhane

  • Çalgı orağı

  • Nefesli çalgı

  • Üflemeli çalgı

  • Vurmalı çalgı

  • Elektronik çalgılar

  • Telli çalgılar

  • Vurma çalgılar

  • Yaylı çalgılar   

Çalmar: Çitlerle çevrili hayvan barınağı

Çara: Danalar doğmadan önce inekten gelen su

Çatal tırnak: Yaban domuzu

Çedik: Ayağa giyilen naylondan yapılan giysi, ayakkabı

Çedik (İsim, Eskimiş)

1. Mesh üzerine giyilen sarı pabuç

"Kavuğu başından düşmüş, çedik pabuçlarından biri ayağından fırlamış."- R. N. Güntekin.

  2. Halk ağzında terlik.

Çıldır: Ağacın ince olan her bir dalı

Çıtlak: Bulgurun yağda kızartılmış hali

Çift Sürmek: Tarla sürmek

Çipil: Küçük ağaç parçası, fidan

Çipil (Sıfat)

       1. Ağrılı ve kirpikleri dökülmüş (göz):

"Annesininki gibi çipil, fakat daha siyah ve kapakları şişmiş gözleri parlak, ufarak ve batıktı."- P. Safa.

Çite: Çorap örmede kullanılan araç

Çotul: Küçük ağaç dallarının üst üste konulmasıyla oluşturulan ağaç yığını


-D-

Daburga: İneklerin alnına takılan üçgen süs, işleme

Dehneci (Defineci): Define arayan kişi

Depmek: Vurmak

Dığdak: Elma veya çördük kurusu

Dığıl: Koyun kuzu gibi hayvanların dışkısı

Divan: Demirden yapılan, kanepe gibi üzerinde oturulan bir tür ev eşyası

Divan İsim, Tarih (di:van) Arapça d³v¥n

1. Yüksek düzeydeki devlet adamlarının kurduğu büyük meclis.

2. Divan edebiyatı şairlerinin şiirlerini topladıkları eser.

    3. Sedir:

"Köşedeki divana oturmuş, ayaklarını karşısındaki koltuğa dayamıştı." Ö. Seyfettin.

    4. Meclis (mecaz):

"Çok geçmeden ortadaki masanın etrafında akşamki divan tekrar kurulmuş bulunuyordu."- R. N. Güntekin.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Divan durmak

Birleşik Sözler

  • Divan edebiyatı

  • Divanhane

  • Divanıharp

  • Divanıhümayun

  • Divan kalemi

  • Divan sazı

  • Yüce Divan

  • Adalet divanı

  • Ayak divanı

  • Haysiyet divanı

Dumağı: Soğuk algınlığına bağlı olarak ortaya çıkan grip veya nezle gibi hastalık

Dumağı (İsim, Halk Ağzında)

1. Nezle.

Dumağı Tutmak: Nezle olmak

Düdek: Meyvesi yenen bir ağaç türü


-E-

Ece: Ağabey

Ece ( İsim )

1.  Güzel kadın, kraliçe:

"Dün Sirkeci istasyonunu görmeliydiniz, ecemiz geldi."- F. R. Atay.

Efelek: Yemeği yapılan bir bitki

Efelek ( İsim, Halk Ağzında )

Labada.

Labada isim, botanik (la'bada, la hecesi ince okunur) Yunanca lapothon

1. Karabuğdaygillerden, dere kıyılarında, sulak çayırlarda kendiliğinden yetişen, çok yıllık ve yaprakları sebze olarak kullanılan bir bitki, efelek (Rumex petientia).

Eğre: Kağnıda tekeri hareket ettiren araç

Eme: Hala, babanın kız kardeşi

Hala İsim (Ha'la) Arapça ¬¥le

  1. Babanın kız kardeşi.

Birleşik Sözler

  • Halaoğlu

  • Halazade

Emmi: Amca

Emzik: Kuzu

Emzik ( İsim )

1. Çocuklarını oyalamak için ağızlarına verilen kauçuk meme:

"Parkta daldılar dedikoduya / Dün kaldıkları yerden devam ettiler / Yavrular da birbirlerine / Emziklerini ikram ettiler."- A. N. Asya.

  2. Beslemek için süt çocuklarına meme yerine emdirilen ağzı kauçuklu süt şişesi, biberon:

"Hem ağzımdan yaralandığımı, üç gün kapalı dudaklarımın arasından emzikle süt içtiğimi nasıl unutuyormuşum?"- R. N. Güntekin.

  3. İbrik, çaydanlık, testi gibi kapların, suyu azar azar akıtmaya yarayan içi delik uzantısı, ibik.

4.  Sigara ağızlığı( halk ağzında )

Birleşik Sözler

  • Emzik borusu

Eten: Danalar doğduktan bir süre sonra düşen et parçası

Eten (İsim, Halk Ağzında )

1. Etene.

2. Yemişlerin yenilen bölümü.


-F-

Ferik: Tavuğun küçüğüne denir

Ferik (I)  ( İsim, Halk Ağzında )

1. Kümes hayvanlarının civcivlikten çıkmış yavrusu, piliç.

2. Gevrek bir elma türü.

Birleşik Sözler

  • Ferik elması

Ferik (II)  ( İsim, Eskimiş, Askerlik (Feri:K) Arapça fer³®

1. Tümgeneral veya korgeneral.

Birleşik Sözler

  • İkinci ferik

Fiğ: Siyah, yuvarlak, tombul tohumu olan hayvan yemi

Fiğ  ( Sıfat, Botanik Yunanca )

Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki (Vicia sativa).

Birleşik Sözler

  • Sarıfiğ

-G-

Gardaşlık: Erkeklerde en yakın arkadaş

Kardeşlik  (isim )

1. Kardeş olma durumu, uhuvvet.

2. Kardeş kadar yakın sayılan kimse, yakın dost.

3. teklifsiz konuşmada Seslenme sözü olarak kullanılır

"Kol delik mintan delik / Yen delik, kaftan delik / Kevgir misin be kardeşlik!"- O. V. Kanık.

4. Birlik, beraberlik.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Kardeşlik etmek

Gamga: Küçük odun parçası

Gazeke: Kadınların giydikleri üç peşli içindeki bir giysi

Gecgere: Hayvan katı atıklarını ahırdan dışarı atmak için en az iki kişi tarafından kullanılan tahta araç

Gereğiç: Söğütleri budamaya yarayan, orağa benzer araç

Geven: Kökü kullanılan, yaprakları yeşil, gövdesi dikenli bitki

Geven ( İsim, Botanik )

   1. Baklagillerden, çok yıllık, dikenli bir çalı; bazı türlerinden kitre denilen zamk çıkarılır, keven (Astragalus).

Birleşik Sözler

  • Bozgeven

Gıcı: Yenilen bir bitki (kuzukulağı)

Gıllama: Bir başkasına konuşmaması için emir verme

Gigit: Kağnıda tekerin etrafını saran çember

Govarmak: Bırakmak

Göğnek: İç çamaşırı, mintan, atlet

İç Çamaşırı (İsim)

    1. Fanila, külot gibi tene, içe giyilen giysi.

Göğün: Mide

Göğnü Bulanmak: Midesi bulanmak

Gölük: Eşek, merkep

Gölük ( İsim, Halk Ağzında )

     1. Yük taşıyan ve binilen at, eşek, beygir, katır vb. hayvan:

"Gölüğü yitirdim. —Ne gölüğü? Eşek hani, eşeği yitirdim de."  M. Ş. Esendal.

Göze: Pınar

Göze ( İsim, Biyoloji )

  1. Hücre.

  2. halk ağzında Su kaynağı.

Birleşik Sözler

  • Göze bilimi

  • Göze yutarlığı

  • Göze zarı

  • Gözeler arası

  • Görme gözesi

Gözer: Halburun gözeneklerinin geniş olan hali

Gözer ( İsim, Halk Ağzında )

   1. Buğday, toprak gibi şeylerin elendiği iri gözlü kalbur.


-H-

Halbur: Gözerin küçüğü, eleğin büyüğü olan araç

Kalbur ( İsim Arapça ¦irb¥l )

     1. Tahıl ve başka iri taneli maddeleri elemek için kullanılan büyük delikli veya seyrek telli elek.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Kalbura çevirmek

  • Kalbura dönmek

  • Kalburdan geçirmek

  • Kalbur gibi

  • Kalburla su taşımak

Birleşik Sözler

  • Kalburabastı

  • Kalbur kemiği

  • Kalburüstü

  • Mısır kalburu

Hark (Ark-Hendek): Su yatağı

Hark ( İsim, Halk Ağzında )

Ark ( İsim )

    1. İçinden su akıtmak için toprağı kazarak yapılan açık oluk, arık, hark, cetvel, kanal.

Hasık: Kabul olmamış

Hayat: Evin içine dış kapısından girildiğinde karşılaşılan geniş yer, bölüm

Hayat (I) ( İsim (-ya:tı) Arapça §ay¥t )

  1. Yaşam, dirim.

  2. Doğumdan ölüme kadar geçen süre, ömür:

"Hayat sahnesinde yetmiş üç yaşın basamaklarındayım."-  H. F. Ozansoy.

  3. Hayat biçimi, içinde yaşanılan şartların bütünü, yaşantı.

4. Durum:

"Uzun dualardan sonra bana denizcilik hayatını anlatmaya başladı."- R. N. Güntekin.

5. Geçim şartlarının bütünü:

"Hayatımı yazılarımla kazanırım."- H. E. Adıvar.

6. Canlılığı gösteren hareket, kaynaşma.

7. Yazgı, kader.

8. Canlı varlık; yaşamayı sağlayan şartların bütünü.

9. Bir kimsenin tarihî biyografisi, hayat öyküsü, hayat hikâyesi.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Hayata atılmak

  •    Hayata bağlamak

  •    Hayata geçirmek

  • Hayata gözlerini yummak (veya kapamak)

  • Hayata küsmek

  • Hayat geçirmek

  • Hayatı kaymak

  • Hayatına girmek

  • Hayatın baharı

  • Hayatını (birine) borçlu olmak

  • Hayatını kazanmak

  • Hayatını yaşamak

  • Hayatta olmak

  • (bir şeye) Hayat vermek

Birleşik Sözler

    • Hayat adamı

    • Hayat ağacı

    • Hayat arkadaşı

    • Hayat dolu

    • Hayat felsefesi

    • Hayat hikâyesi

  • Hayat kadını

  • Hayat kavgası

  • Hayat memat

  • Hayat mücadelesi

  • Hayat okulu

  • Hayat öpücüğü

  • Hayat pahalılığı

  • Hayat seviyesi

  • Hayat sigortası

  • Hayat standardı

  • Hayat şartları

  • Hayat tarzı

  • Abıhayat

  • Bitkisel hayat

  • Kaydıhayat

  • Lüks hayat

  • Ömrühayat

  • Özel hayat

  • Sosyal hayat

  • Aile hayatı

  • Bohem hayatı

  • Cehennem hayatı

  • Çalışma hayatı

  • Gece hayatı

  • Yazı hayatı

Hayat (II) ( İsim, halk ağzında Arapça §iy¥t )

1. Genellikle köy ve kasaba evlerinde, üstü kapalı, bir veya birkaç yanı açık sofa.

2. Avlu.

3. Balkon.

4. Sundurma.

Hedik: Buğdayın sokuda dövülmüş haline denir

Hedik ( İsim, Halk Ağzında )

    1. Kaynatılmış buğday, bulgur, mısır vb. şeyler.

Helik: Küçük taş parçası

Helik ( İsim, Halk Ağzında )

     1. Duvar örülürken büyük taşların arasına konulan ufak taşlar.

Helki: Küleğin küçüğü olan demirden yapılmış araç, bakraç

Helle/Herle: Çorba

Çorba ( İsim Farsça ş°rb¥)

     1. Sebzeyle veya etle hazırlanan sıcak, sulu içecek.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Çorbada tuzu (veya maydanozu) bulunmak

  • (bir şeyi) Çorba etmek

  • Çorba gibi

  • Çorba içmeye çağırmak

  • Çorba olmak

  • (bir iş) Çorbaya dönmek

  • Çorbaya sinek düşmek

Birleşik Sözler

  • Çorba kaşığı

  • Çorba tabağı

  • Egzotik çorba

  • Ekşili çorba

  • Hazır çorba

  • Terbiyeli çorba

  • Balık çorbası

  • Bulgur çorbası

  • Dalyan çorbası

  • Domates çorbası

  • Düğün çorbası

  • Ezogelin çorbası

  • Hamsi çorbası

  • Hamur çorbası

  • İşkembe çorbası

  • Karalâhana çorbası

  • Köylü çorbası

  • Kuskus çorbası

  • Mantar çorbası

  • Mercimek çorbası

  • Patates çorbası

  • Pirinç çorbası

  • Sebze çorbası

  • Süt çorbası

  • Şehriye çorbası

  • Tarhana çorbası

  • Tatar çorbası

  • Toyga çorbası

  • Un çorbası

  • Yarma çorbası

  • Yayla çorbası

  • Yoğurt çorbası

Hışkı: İneklerin rahat yatması için altına dökülen tezek tozu

Hışkılık: Hışkı konulan yer

Hıtır: Sümük

Hıtırlı: Sümüklü

Hıtırı Akmak: Sümüğü Akmak

Hilim: Film

Hopal: Kekliğe benzeyen bir kuş

Hoşuran: Yeşil renkli, peziğe benzeyen bir bitki. Bostan pancarı.

Höbelen (Höbelek): Şapka kısmı köküne doğru uzamış bir mantar türü

Höldür höldür: Kana kana anlamına gelen ikileme (Höldür höldür su içtirm.)

Höllemek: Kavlatmak, çıkarmak, sökmek

Höllük: Toprağın elenmesiyle elde edilen ince toprak

Höllük ( İsim, Halk Ağzında )

    1. Bazı yerlerde kundak çocuklarının altına bez yerine konulan toprak:

"Eledim eledim höllük eledim / Aynalı beşikte bebek beledim."Halk türküsü

-I-

Ihrar: Söz

Imık: Ilık

-İ-

İdare: Gaz lambası

İdare ( İsim (ida:re) Arapça id¥re)

1. Yönetme, yönetim, çekip çevirme.

2. Ülke işlerinin yürütülmesi, kamuya ilişkin hizmetlerin bütünü.

3. Bir kurum veya kuruluşun yönetildiği yer:

"Meğer Gazi Paşa gelecekmiş. İdare her sınıfa Afet Hanımın Yurt Bilgisi kitabından üçer nüsha dağıttı." H. Taner.

4. Bir kurumun işlerini yürüten kurul:

"Gazete idaresi tarafından zarf kazara açılmış."

P. Safa.

5. Tutum.

6. İdare kandili veya lambası.

7. Hoşgörme, yetinme, göz yumma:

"Bu son hatıralarla sonuna kadar idareye çalışıyorum."- S. F. Abasıyanık.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • İdare etmek

  • İdaresini bilmek

Birleşik Sözler

  • İdare amiri

  • İdarehane

  • İdare hukuku

  • İdareimaslahat

  • İdare kandili

  • İdare lambası

  • İdare meclisi

  • Mahallî idare

  • Merkezî idare

  • Mülkî idare

  • Örfî idare

  • Sivil idare

  • Amme idaresi

  • Kamu idaresi

İlistir: Sıvı içerisindeki katı maddeleri ayırmaya yarayan demirden yapılmış bir mutfak eşyası, süzgeç, kevgir

İlistir ( İsim Yunanca )

    1. Süzgeç.

İneklik: Peynir yapılan kazan

İneklik ( İsim )

1. İnek ahırı.

2. (mecaz)  Bönlük.

3. (argo söz) Aşırı çalışmaya rağmen anlayamama durumu.

İskemle: Sandalye

İskemle ( İsim (İske'mle) Yunanca Skamni )

1. Arkalıksız sandalye:

"İskemlelerin maroken minderlerinden kendime yatak yapıyordum." Ç. Altan.

2. Üstüne sigara tablası, çiçek vazosu gibi şeyler konulan küçük masa.

  3. Sandalye:

"Verilen iskemleleri, ısmarlanmak istenen kahveleri reddetti."  R. N. Güntekin.

İşkaha: Hamurun oklava ile inceltilerek sacda pişirilmiş hali, hetil

İt tutan: İnsana yapışan bir bitki


-K-

Kağmeç: Baston

Karakuş: Kartal

Karakuş (I)  ( İsim, Zooloji )

1. Kartal türünden karakuşlara verilen ad.

Karakuş (II)  ( İsim, Halk Ağzında )

1. Atların ayaklarında şiş yapan bir hastalık.

Karık: Bahçe ürünlerini sulamak için yapılan sulama kanalı

Karık (I) ( İsim )

  1. Kar yağmış bir alana bakma sonucu ortaya çıkan göz kamaşması.

  2. sıfat Karlı bir alana bakma sonucu kamaşmış (göz).

Karık (II) ( İsim, Halk Ağzında )

1. Bağ ve bahçe sulamak için açılmış su yolu, ark.

  2. Bu arklar arasında kalan toprak parçası.

  3. Sabanla açılan çizi.

Kaygana: Yumurta ile unun karıştırılmasıyla yapılan yemek

Kaygana ( İsim )

1. Omlet.

2. Yumurta çalkanarak yapılan bir çeşit tatlı

Keçemik: Kökü yenilen, ot kısmından da yemek yapılan bitki

Kelek: Koyunların boynuna takılan zilin büyüğü

Kelek ( İsim )

  1. Olgunlaşmamış ham kavun.

  2. Irmaklarda işleyen ve şişirilmiş tulumlar üzerine kurulan bir çeşit sal.

  3. sıfat Yer yer çıplaklığı veya boşluğu olan.

  4. sıfat Kılsız.

  5. sıfat, argo söz Aptal.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • kelek atmak

  • kelek yapmak

Kep: İt, köpek

Kep ( İsim İngilizce Cap )

  1. Başlık, sipersiz şapka.

  2. Hemşirelerin giydiği başlık.

  3. Bazı törenlerde profesör ve öğrencilerin giydikleri özel başlık.

Kes: Yeşil bitkilerden yapılan hayvan yemi

Kes (I) ( İsim, Halk Ağzında )

     1. Genellikle yakmak için kullanılan iri saman.

Kes (II) ( İsim )

1. Ayak bileklerini de içine alan kapalı jimnastik ayakkabısı.

Kızılca: Yemek yapılan bir bitki

Kızılca ( Sıfat )

  1. Kızıla çalar, az kızıl.

  2. isim Kızıla çalan bir çeşit buğday.

  3. sıfat Aşırı derecede, kızıl.

Birleşik Sözler

  • Kızılcadişi

  • Kızılca kıyamet

Kirik: Eşek yavrusu, sıpa

Sıpa ( İsim )

  1. Eşek yavrusu.

Birleşik Sözler

  • Eşek sıpası

Kirtik: Küçük sabun parçası

Koyak: Vadi

Koyak ( İsim )

          1. İki dağın arasında kalan büyük çukur, vadi:

"Bir koyağa girip küçük bir çalılığa saklandılar."

Y. Kemal.

2. halk ağzında Dağlar ve kayalıklarda oluşmuş doğal çukur:

"Yaylasını koyak koyak gezerim."- Halk türküsü.

3. jeoloji Karalarda akarsu aşındırmasıyla oluşmuş, bir yöne doğru eğimli, uzunluğuna çukurluk.

Köskü: Köstebek

Kösküreği: Ev içinde kullanılan küçük kürek

Kösüre: Balta, nacak vb. gibi aletlerin bilendiği, iki ağaç arasına büyük bir taşın yerleştirilmesiyle yapılmış araç

Köygöçüren: İlkbaharda yetişen, yaprak uçları dikenli ve yenen bir bitki

Külek: Süt sağılabilen ve içine tereyağı konan, altı tahta olan mutfak eşyası

Külek ( İsim )

  1. Bal, yağ, yoğurt gibi şeyler koymaya yarar tahta kova.

Külhan: Fırın


-M-

Makat: Tahtadan yapılmış, dört ayaklı, üzerinde oturulmaya yarayan ev eşyası

Makat ( İsim, eskimiş Arapça ma®¤ad )

1. Kıç.

2. Anüs, şerç.

3. Minderli alçak sedir:

"...duvardaki çiviye lambayı asarken odanın makatına yığılır gibi oldu."- A. Sayar.

4. Minder yüzü, minderin üzerine yayılan kumaş.

Mamür: Tam

Tam ( Sıfat Arapça t¥mm )

1. Eksiksiz, kesintisiz:

"Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım." A. Gündüz.

  2. Bütün, tüm.

  3. mecaz Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz:

"Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon.

           4. zarf  (zaman ve yer için) Anlamı kesinleştirir:

"Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin.

5. zarf Uygun olarak, tıpkı, aynı.

     6. zarf Sırasında, anında:

"Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."Ö.Seyfettin.
      "Tam bu sırada bir helikopter geçti üzerimizden.-

H. Taner.

  7. argo söz Amerikan doları.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Tam adamına çatmak

  • Tam adamını bulmak (veya tam adamına düşmek)

  • Tam gelmek

  • Tam maaşla tekaüt (veya emekli)

  • Tam üstüne basmak

Birleşik Sözler

  • Tam açı

  • Tam algı

  • Tam asalak

  • Tam bakım

  • Tam bilet

  • Tam bölen

  • Tam gaz

  • Tam gün

  • Tam kafiye

  • Tam mesai

  • Tam otomatik

  • Tam pansiyon

  • Tam sayı

  • Tam siper

  • Tam tamına

  • Tam tarife

  • Tam yol

  • Ortak tam bölen

  • Tamı tamına

Manuk: Kedi yavrusu

Mazı: Kağnıda iki tekeri bir arada tutan kalın odun parçası

Mazı (I) ( İsim botanik Farsça m¥z°)

1. Servigillerden, yaprakları almaşık ve küçük pullar biçiminde, gövdesi düz olan, dipten dallanan bir süs bitkisi (Thuya).

2. Hayvansal ve bitkisel asalakların bitkilerde oluşturduğu ur.

Birleşik Sözler

  • Mazı meşesi

Mazı (II) ( İsim, Halk Ağzında )

1. Kağnı ve arabalarda iki tekerleği birbirine bağlayan ağaç dingil.

Birleşik Sözler

  • Kağnı mazısı

Mehel: Önem

Mehel Almamak: Önemsememek, dikkate almamak

Mehni: Hayvanların ahırda yem ve saman yedikleri yer

Mengürde (Boyunduruk): İneklerin boynuna takılan tahta

Merkep: Eşek

Merkep ( İsim Arapça Merkeb "Binilecek Şey, Binek" )

1. Eşek.

Mertek: Evlerde tahta kolonlar üzerindeki kalın ağaç

Mertek ( İsim Ermenice Mardak )

    1. Yapıda kullanılan dört köşe veya yuvarlak, kalınca sırık.

Meşefe: Demirden yapılan bardak

Mızgıdar/Mızgındar: Durgun, neşesiz ve morali bozuk olan insanlar için kullanılır, mızmız.

Mintan: İç çamaşırı, atlet

Mudul: Övendirenin ucundaki demir parçası


-N-

Nivik: Yemeği yapılan, ekşimsi bir tadı olan bir bitki türü


-Ö-

Öğürsek: Hayvanların kızgınlık anı

Örg: Danalar otlatılırken onların bir yere bağlanmasını sağlayan ve yere çakılan tahta kazık

Övendire: Çift sürerken öküzü yürütmede kullanılan araç

Öz: Tarlaların kenarından geçen suyu az olan çay

Öz (I) ( İsim )

1. Bir kimsenin benliği, kendi manevî varlığı, iç, nefis, derun:

"Özünü bir yerde bırakıp sadece kalıbını gezdirmişti."- H. Taner.

2. mecaz Bir şeyin temel ögesi, künh, zübde:

"Ortalıktaki krizi sebep gösteriyorlar ama asıl kriz şirketin kendi özünde."- A. Gündüz.

3. zamir Kendi, zat:

"Bir od düştü yanar tatlı özüme / Dünya zindan görünüyor gözüme."- Karacaoğlan.

4. "Kendine, kendi kendini" anlamında birleşik kelimeler türetir.

5. Bir şeyin en kuvvetli veya kıvamlı bölümü, hulâsa.

6. botanik Bitkilerin kök, gövde ve dallarının boydan boya ortasında bulunan, hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm.

7. Çıbanların içinde ölmüş dokudan oluşan irinle birlikte çıkan parça.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Özü sözü bir

Birleşik Sözler

  • Öz bağışıklık

  • Özbeöz

  • Öz beslenme

  • Öz denetim

  • Öz devim

  • Öz devinim

  • Özdeyiş

  • Öz dışı

  • Öz dikeni

  • Öz direnç

  • Öz eleştiri

  • Özezer

  • Öz geçmiş

  • Öz güven

  • Öz ışın

  • Öz indükleme

  • Öz itme

  • Öz kedi balığıgiller

  • Öz kesit

  • Öz odun

  • Öz öğrenim

  • Öz saygı

  • Özsever

  • Öz su

  • Öz tahta

  • Öz yapı

  • Öz yaşam

  • Öz yönetim

Öz (II) ( Sıfat )

  1. Kan bağı ile bağlı, üvey olmayan:

"Çocuğun bu yalanı bir anda onu bana bir öz evlât sevgisiyle bağladı."- R. N. Güntekin.

2. İçine, arılığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, arı.

Birleşik Sözler

  • Öz kardeş

Öz (III) ( İsim, Halk Ağzında )

  1. Dere, çay.

  2. Sulak, verimli yer.


-P-

Pala: Büyük bıçak

Pala (I)  ( İsim İtalyanca Pala )

1. Kavisli, kısa, uç bölümü geniş, kabzasına doğru daralan bir tür kılıç:

"Belindeki kısa palasıyla ve omzunda gri tüfeğiyle masanın kenarına oturdu."- F. R. Atay.

2. Kürek gibi bazı araçların, enli ve yassı bölümü.

3. Bir yere çaprazlama konulan yassı kiriş veya kereste.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Pala çalmak (veya sallamak)

  • Pala çekmek

  • Pala sürtmek

Birleşik Sözler

  • Pala bıyık

  • Pala bıyıklı

Pala (II) ( İsim, Halk Ağzında )

  1. Bez parçalarından dokunan basit kilim, yaygı:

"Kendi ürettiği kocaman sürünün yünlerinden Fadime nine ne güzel palalar dokumuş."- H. E. Adıvar.

2. Eski, kullanılmış eşya veya giysi.

Pankulak: Şapka kısmı yuvarlak olan mantar

Peğ: Eski ev veya değirmen kalıntısı

Peklemek: Temizlemek

Paklamak  (-İ Durum Ekiyle Kullanılan Fiil)

1. Temizlemek.

Pırtı: Elbise

Pırtı ( İsim )

1. Değersiz şey, eşya.

2. Eskimiş giysi:

"Aktör, o her günkü pırtısını giyip de sahneye çıkarsa, ağzıyla kuş tutsa seyirciye Demirhane Müdürü olduğunu yutturamaz."

S. F. Abasıyanık.

3.  halk ağzında Ufak tefek ev eşyası.

4. halk ağzında Basma ve ketenden yatak, yorgan yüzü, giysilik kumaş.

Birleşik Sözler

  • Hırtı pırtı

  • Pılı pırtı

Püskürüt: Büsküvi


-S-

Sacrak (Sacayak): Üçayaklı ve üzerine çeşitli kapların konulduğu demir araç

Sacayak ( İsim )

1.  Sacayağı:

"Kimi kocaman kazanı sacayak şeklinde dizilmiş üç büyük taşın üstüne oturtmağa çalışıyordu."

Y. K. Karaosmanoğlu.

Sağıncı: Koyun sağan kadın

Sayıklamak: Uyuklamak, uyuya kalmak

Sef: Ters, yanlış (Ayakkabını sef giymişsin.)

Sekü: Oda

Oda ( İsim )

1.Evin veya herhangi bir yapının oturmak, çalışmak, yatmak gibi işlere yarayan, banyo, salon, giriş vb. dışında kalan, bir veya birden fazla çıkışı olan bölmesi, göz:

"Odalarımızda salkım saçak, öteye beriye atılmış yahut bir yere asılmış tek giyim eşyası bulunmazdı."

R. H. Karay.

"Hâlâ kapısı aralık duran odaya doğru koştu."

S. F. Abasıyanık.

2. Serbest meslek adamlarını içinde toplayan resmî birlik.

3. tarih Yeniçeri kışlası.

Birleşik Sözler

  • Odabaşı

  • Oda hapsi

  • Oda müziği

  • Oda spreyi

  • Art oda

  • Karanlık oda

  • Ön oda

  • Arz odası

  • Bekâr odası

  • Bekleme odası

  • Beslenme odası

  • Çubuk odası

  • Doğum odası

  • Güneş odası

  • Halk odası

  • Kabul odası

  • Köy odası

  • Kurgu odası

  • Makam odası

  • Makine odası

  • Makyaj odası

  • Misafir odası

  • Müzik odası

  • Oturma odası

  • Reji odası

  • Sanayi odası

  • Sandık odası

  • Satış işlem odası

  • Satış odası

  • Ticaret odası

  • Yatak odası

  • Yemek odası

  • Yer odası

  • Yük odası

Seyvan: Çitlerle çevrili, çalmarın küçüğü olan hayvan barınağı

Sırık: Kağnı arabasının önündeki tahta dayanak

Sırık ( İsim )

1. Değnekten uzun ve kalınca ağaç:

"Duvarların üstüne yanyana henüz kesilmiş kavak sırıkları dizilmişti."- Y. K. Karaosmanoğlu.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Sırık gibi

Birleşik Sözler

  • Sırık domatesi

  • Sırık fasulyesi

  • Sırık hamalı

  • Sırıkla atlama

  • Sırıkla yüksek atlama

Sıyırgı: Karı temizlemek için kullanılan araç

Sinmek: Saklanmak, gizlenmek

Soku: Bulgur, aşlık gibi tarım ürünlerinin kepeğinin ayrılması sağlayan ve büyük taşın oyulmasıyla yapılan bir araç

Soku (İsim, Halk Ağzında )

1. Taş dibek:

"Evlerinin önü bulgur sokusu / Yel estikçe gelir yarin kokusu."  Halk türküsü.

2. halk ağzında Dibekte, havanda tahıl dövmeye yarayan tokmak.

Soldurma ( Melemen): Domates ve yumurta ile yapılan yemek

Soldurma ( İsim )

1. Soldurmak işi.

Sürgüç (Aktaraç): Yufka pişirilirken kullanılan yufkayı çevirmeye yarayan tahta araç.


-Ş-

Şebek: Maymun

Şebek ( İsim, Zooloji )

1. Daha çok Afrika'nın dağlık bölgelerinde yaşayan, uzun veya kısa kuyruklu türleri olan maymunlara verilen ad.

2. sıfat, mecaz Çirkin ve arsız (kimse).

Şibermek: Şımarmak


Şip: Çabuk

Şip ( İsim, Zooloji )

1. Ülkemiz sularında yaşayan bir mersin balığı türü, biz (Acipenser nudiventris)

Çabuk ( Zarf Farsça ç¥buk)

1. Alışılandan veya gösterilenden daha kısa bir zamanda, tez, yavaş karşıtı:

"Yazıma çabuk cevap geldi."- A. Gündüz.

2. sıfat Hızlı:

"Çabuk ve kolay bir konuşma tarzı vardı."

R. N. Güntekin.

3. ünlem  "Acele et, oyalanma" anlamında bir seslenme sözü:

"Çabuk! diyebildi, bir doktor!"- P. Safa.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Çabuk ol

  • Çabuk parlayan çabuk söner

Birleşik Sözler

  • Çabuk çabuk

  • Çarçabuk

  • Eli çabuk

  • Eline çabuk

Şitenmek: Şımarmak

Şımarmak  (Nesne Almayan Fiil)

1. Kendisine gösterilen sevgi ve saygıdan veya verilen değerden yüreklenerek yersiz ve aşırı davranışlarda bulunmak:

 "Şımardım, lakırtıyı senli benliye çevirip sordum."

R. H. Karay.


-T-

Tahtadelen: Ağaçkakan

Ağaçkakan  ( İsim, Zooloji )

1. Serçegillerden, ağaç kurtları ile geçinen bir kuş (Picus).

Tam (Ahır): Hayvan barınağı

Tamtöre: Kazık köklü, uzun yapraklı ve yenen bir bitki

Tellik (Bere): Başa giyilen giysi

Bere ( İsim Fransızca Béret )

     1. Yuvarlak, yassı ve sipersiz başlık:

"Lâcivert beresini sallayarak bir fırtına gibi içeriye girdi."- A. Ş. Hisar.

Birleşik Sözler

  • Yara bere

Terek (Raf): Mutfakta kapların konduğu, önü açık dolap

Terek ( İsim, Eskimiş )

    1.  Evlerde veya dükkânlarda yüksekçe yerde yapılan raf.

Tevellüt: Bir kişiye doğduğu zaman sorulurken kullanılan kelime

Tıklıman: Yaşına girmeden kuzulayan koyun

Tirit: Et piştiğinde su yüzeyinde biriken yağ

Tirit ( İsim Farsça ter³d)

  1. Kızartılmış ekmeği et suyuyla haşlayarak yapılan yemek.

  2. Yemek suyu.

  3. isim, sıfat, halk ağzında Yaşlı ve zayıf (kimse).

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Tiridi çıkmak

  • Tiridine banmak

  • Tirit gibi

Tokmak: Çarpmak, vurmak (Yolda bana toktu.)

Topul: Ekinin bir destesi

Tömek: Ahırlarda duvarda yapılan pencere

Tutak (Elbezi): Mutfakta sıcak olan şeyleri tutmada kullanılan bez

Tutak ( İsim )

1. Bir şeyin tutulacak yeri.

2. Tutacak

3. Maşa, kerpeten gibi araçların tutmaya yarayan kanatlarından her biri.

4. Bir anlaşma, sözleşme veya isteğin yerine getirilmesini sağlamak için teminat olarak ele geçirilen kimse, tutu, rehine.

Tutça: Sulak yerlerde yetişen bir tür çiçek

Tütünlük (Buharı, Baca): Çatıda dumanın çıktığı yer

Tütünlük

1. Tütün ekilen yer, tütün tarlası.

2. Hayvanın sırt bölgesinden çıkarılan pastırmalık et.

3. isim Sırtın kuyruğa yakın yerinden yapılmış en gevrek pastırma.


-Ü-

Ütmek: Düdek ağacının meyvesi

Ütmek (I)  (-İ Durum Ekiyle Kullanılan Fiil)

  1. Ateşten veya yüksek bir ısıdan geçirmek.

  2. halk ağzında Bir şeyi, tüylerini yakmak için alevden geçirmek.

  3. halk ağzında Taze buğday veya mısırı ateşe tutup pişirmek.

Ütmek (II) (-İ Durum Ekiyle Kullanılan Fiil), Halk Ağzında

1. Oyunda, kumarda kazanmak, yenmek.


-V-

Velvele: Telaş

Velvele ( İsim Arapça Velvele )

1. Gürültü, bağrışma:

"Çoktan böyle gürültü, kalabalık görmemiş, böyle velvele duymamıştı."  M. Ş. Esendal.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

  • Velvele kopmak

  • Velveleye vermek


-Y-

Yalak: Köpeklerin yemek yedikleri kap

Yalak ( İsim )

1. Hayvanların su içtikleri taş veya ağaçtan oyma kap:

"Bir de hayvanları sulamak için yalak vardı." Halikarnas Balıkçısı.

2. Akan suyun çevreye sıçramasını veya akıp gitmesini önlemek için çeşme, musluk vb.nin altına konulan delikli taş tekne:

"Az ilerde yolun solunda, küçük bir çeşmenin suyu, önündeki yalağa dökülüyordu."- N. Cumalı.

3. coğrafya bakınız buz yalağı.

4. sıfat, halk ağzında Boşboğaz, söz taşıyan.

Birleşik Sözler

  • Buz yalağı

 Yalambırt: Yalama olmak

Yalama Olmak

1. Aşınmak.

Yayma: Küçük çuval

Yayma ( İsim )

1. Yaymak işi.

2. Yaymacının sattığı şeylerden oluşan sergi.

Yelek: Geven otunun kökünden yapılan, sacda yapılan ekmekleri yağlamada kullanılan araç

Yelek ( İsim )

1. Ceket altına giyilen kolsuz ve kısa giysi:

"Sağ elini yelek cebine attı."- Ö. Seyfettin.

"Yelek düğmelerini çözmekte, sedirde oturmaktadır." T. Buğra.

2. halk ağzında Kuşkanadının büyük tüyü, telek.

3. Okun yay kirişine takılan bölümündeki tüy.

Birleşik Sözler

  • Çelik yelek

  • Bağır yeleği

  • Can yeleği

  • Cankurtaran yeleği

Yunnak: Kapalı bir mekânda insanların kazan kurarak yıkandıkları ve genellikle ırmak kenarlarına yaptıkları yapı.

Yumuş: Rica

Yumuş ( İsim, Halk Ağzında)

1. İş, hizmet buyruğu.

Yumuş buyurmak: Birinden bir şey yapmasını istemek, rica etmek

-Z-

Zerze: Kapının kapanmasını sağlayan demir araç

Zeylen: Kağnıda öküzün kağnıya bağlanmasını sağlayan demir araç, boyunduruk

Zıbıldak: İri yarı

Zıval: Bir ekmeklik hamur

Zibil: Evlerin ot süpürgesi ile süpürülmesi ile biriken çöp.














RESİMLER LİSTESİ


Resim 1: Kale Olarak Adlandırılan Yer

Resim 2: Kara Veysel Pınarı

Resim 3: Şıh Necip’ in Defnedildiği Söylenen Sivritepe

Resim 4: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evi

Resim 5: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evi (İç Görünüm)

Resim 6: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evi (İç Görünüm)

Resim 7: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evi (Mutfak)

Resim 8: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evi (Kesilen Kurbanların Pişirildiği Ocak)

Resim 9: Hüseyin Abdal’ın, Yukarı Köyde İken Evinde Bulunan ve Karabalçık Köyünde Yapılan Evine Getirilen Taş

Resim 10: Hüseyin Abdal İçin Yapılan İbadet Evinin Önünde Bulunan Şıh Necip İsimli Çeşme

Resim 11: Sarı Baba’ nın Yaşadığı Söylenen Yerde Bulunan Kaya Parçası

Resim 12: Un Öğütmek İçin Kullanılan El Değirmeni

Resim 13: Ev İçinde Yapılmış Ocak ve Ocağın Bacası

Resim 14: Ev İçinde Yapılmış Ocak

Resim 15: Bağma ve Mertek

Resim 16: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir (Taş) Yapı

Resim 17: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir (Taş) Yapı

Resim 18: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir Yapı Üzerine Yapılan Betonarme Yapı

Resim 19: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir Yapı

Resim 20: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir Yapı

Resim 21: Karabalçık Köyünde Yapılmış Eski Bir (Taş) Yapı

Resim 22: Karabalçık Köyünde Bulunan Eski Bir Yapı

Resim 23: Karabalçık Köyünde Bulunan Yeni Bir (Betonarme) Yapı

Resim 24: Yöresel Dokumalardan “Çorap”

Resim 25: Köy Mezarlığından Görünüm

Resim 26: Köy Mezarlığından Görünüm

Resim 27: Köy Mezarlığından Görünüm

Resim 28: Yöresel Kıyafet ( Çarık )

Resim 29: Yöresel Kıyafet ( Üç Peşli )

Resim 30: Tarım Aletleri (Anadut)

Resim 31: Tarım Aletleri (Dirgen)

Resim 32: Tarım Aletleri (Orak)

Resim 33: Tarım Aletleri (Patoz Makinası)

Resim 34: Tarım Aletleri (Tırpan)

Resim 35: Tarım Aletleri (Tırmık)

Resim 36: Tarım Aletleri (Yaba)

Resim 37: Kuşburnu Ağacı

Resim 38: Kaynatılan Buğday Kurutulurken

Resim 39: Peynirler Bidonlara Basılıp Ters Çevrilerek Bekletilirken

Resim 40: Köy Seyirlik Oyununda Oynayan Oyuncular

Arap (Solda), Gelin   (Ortada)

Resim 41: Köy Seyirlik Oyununda Oynayan Oyuncular

Resim 42: Karabalçık Köyü Genel Görünüm

Resim 43: Karabalçık Köyü Genel Görünüm

Resim 44: Karabalçık Köyü Girişinden Bir Görünüm

Resim 45: Karabalçık Köyü İlköğretim Okulu

Resim 46: Karabalçık Köyü İlköğretim Okulu

Resim 47: Karabalçık Köyü İlköğretim Okulu

Resim 48: Karabalçık Köyü İlköğretim Okulu

Resim 49–50: Karabalçık Köyü Sağlık Ocağı

Resim 51: Karabalçık Köyü Sağlık Ocağı Lojmanları

Resim 52- 53: Su Tulumbası

Resim 54: Su Tulumbası

Resim 55: Tulumbadan Su Akarken

Resim 56: Su Kürünü

Resim 57 – 58: Karabalçık Köyünde Bulunan 1970 Yılında Yapılmış Ayşe İsimli Çeşme

Resim 59 – 60: Köy Meydanında Bulunan Soku

Resim 61: Geçmişte Ot Taşımak İçin Kullanılan Kağnı

Resim 62: Köyden Manzaralar

Resim 63: Köyden Manzaralar

Resim 64 – 65: Köyden Manzaralar

Resim 66 – 67: Köyden Manzaralar

Resim 68 – 69: Köyden Manzaralar














KARABALÇIK KÖYÜNDE

DERLEME YAPILAN KİŞİLER İSİM LİSTESİ

Adı

Soyadı

Baba Adı

Anne Adı

Doğum Yeri ve Tarihi

Ali

KOÇER

BEKİR

SULTAN

Karabalçık Köyü 1950

Bekir

İREK

VELİ

İSMİHAN

Karabalçık Köyü 1951

Cuma

DÜZ

ÇAVUŞ

SENEM

Karabalçık Köyü 1335

Deste

İLHAN

HALİL

GÜLCÜK

Karabalçık Köyü 1942

Engin

İŞLEN

HASAN

GÜLLER

Karabalçık Köyü 1960

Fevzi

BUZ

İSMAİL

ZEYNEP

Karabalçık Köyü 1926

Güller

İŞLEN

OSMAN

EMİNE

Karabalçık Köyü 1935

Halil

DAĞ

İBRAHİM

GÜLLÜ

Karabalçık Köyü 1337

Kirbiye

İŞLEN

SALİ

ELİF

Karabalçık Köyü 1949

Mehmet

AYKUT

MUSTAFA

FADİME

Karabalçık Köyü 1932

Ömer

EREL

SADELİ

CUMA

Karabalçık Köyü 1934

Rıza

TEKİN

ALİ

TUTÇA

Karabalçık Köyü 1930

Saniye

ELİBAL

NECATİ

GÜLİZAR

Karabalçık Köyü 1977

Sultan

İŞLEN

VELİ

DÖNDÜ

Karabalçık Köyü 1951

Veli

TEKİN

ALİ

GÜLLÜ

Karabalçık Köyü 1930


KAYNAKÇA

  1. OĞUZKAN A. Ferhan, “Çocuk Edebiyatı”, Pegem A Yayıncılık, Ankara, 2002

  2. GÜLERYÜZ Hasan,”Yaratıcı Çocuk Edebiyatı”, Anı Yayıncılık, Ankara, 2002

  3. BAYRAM Emine, ÖZGÜL Emrullah, KAPLAN Gülten, ÜNAL H.Alev, YAPAĞILI Halil, DEMİR Kemal, MORGÜL Mahiye, UĞURLU Nimet, TANOĞLU Serpil, ÖZÜNEL Şahika, ÖMÜR Ülkü, “DRAMA”, M.E. Y, İstanbul, 2004

  4. http://www.karabalçikkoyuderneği.comwww.karabalçıkköyüderneği.com

  5. http://www.hubyar.orgwww.hubyar.org.tr

  6. http://www.tdk.org.tr./sozluk.www.tdk.org.tr./sozluk.html

  7. http://www.kulturturizm.gov.tr